|

Bir yaşam modeli olarak kültür

Terry Eagleton kültür ve uygarlık kavramlarını karşılaştırarak “Kültür” adlı kitabında yeni bir tartışma açar. Uygarlık toplumların zenginleştikçe gelişen maddi yönünü temsil eder, kültür ise toplumun manevi değerini oluşturmaktadır. Eagleton kültürü öne çıkarsa da uygarlık olmadan tek başına kültürü ayakta tutmak zordur. Kültür ve uygarlık üzerine okuru düşündüren kitap, farklı ve derinlikli bir bakış açısı sunuyor.

04:00 - 2/11/2019 Cumartesi
Güncelleme: 12:21 - 1/11/2019 Cuma
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv
ÖMER YALÇINOVA

Terry Eagleton Türkçeye yeni çevrilen kitabı Kültür’de çok boyutlu tartışmaya açar “kültür” ve “uygarlık” kavramlarını. Kavramlara tarihi, psikolojik, sosyolojik ve felsefi açılardan yaklaşır. Edebi eserlerden de bolca faydalanır. Konuyu çok boyutlu ele alışı, bol örneklerle açıklaması; tartışmayı güncel konulara kadar taşımasıyla, Eagleton Kültür’de de farkını ortaya koyuyor.

Hepsinden önemlisiyse, Eagleton’un ideolojik körlükten uzak durmasıdır. Eleştirdiği, kabul etmediği düşünceleri de devreye sokar ve tartışır o. Düşüncelerin hangi ideolojik çevreye ait olduğu değil tarih ve toplumlara etkisi önemlidir onun için. Kısaca doğrunun peşindedir diyebiliriz Eagleton için. O yüzden açtığı tartışmalar, verdiği bilgiler, sataştığı isimler, eleştirdiği düşünceler her türden okuyucuyu besleyecek niteliktedir.

Kültürün karşısına uygarlık kavramını koyar Eagleton. Kültürün yükselişi uygarlığa karşı çıkmasıyla, direnmesiyle ilgilidir. Türk düşüncesinde de kültür-medeniyet karşıtlığı tartışılmıştır. Çevirmen Berrak Göçer medeniyet yerine uygarlık kelimesini tercih etmiş. Eagleton’un söyledikleriyle mesela Sezai Karakoç, İsmet Özel, Mümtaz Turhan ve Cemil Meriç’in söyledikleri arasında paralellik yakalamak mümkün. Her iki kavram da modernimizin birer sonucudur. Uygarlık modernleşen, zenginleşen toplumların maddi yönünü oluştururken, kültür manevi yönüyle ilgilidir. Eagleton bu dönüşümleri adım adım irdelemeye çalışır kitabında. Böylelikle kavramların tarihini de yazmış olur. Hangi kavramın kimler tarafından savunulduğu, benimsendiği, diğerinin neden reddedildiği, Eagleton’nun neredeyse her konuya uyguladığı kıyas yöntemiyle açıklanır.

POSTMODERN ÖNYARGILAR

Kitap dört bölüm, bir sonuç, bir de önsözden oluşur. Başlıklardan bölüm içerikleri tahmin edilebilir. Birinci bölüm “Kültür ve Uygarlık”da modern döneme geçişle birlikte neden “kültür”ün ön plana çıktığını, renk değiştirdiğini, işlevinin arttığını tartışır Eagleton. Kültür, modern dönemde “romantik milliyetçiliğin” kalesi olmuştur. Ulusal devletlerin sözlüğünü üstlenmiş, onlara kaynak oluşturmuştur. Uygarlığın hızlı yükselişine karşı yine en sağlam savunma sistemini kültür oluşturmuştur. Eagleton sonraki süreci ikinci bölüm “Postmodern Önyargılar”da tartışır. Çok kültürlülüğün yaygınlaştığı bir ortam diye nitelendirir postmodern dönemi. Çok kültürlülüğü kıyasıya eleştirir. Çünkü bu, kapitalizmin kültürü içselleştirip, anlamsızlaştırmasına yol açacaktır. Daha doğrusu kültürün temsil gücünü ortadan kaldıracak; varlık gerekçesi olan uygarlığa karşı çıkışını yok edecektir. Ayrıca insanlar neden çok kültürlülüğe mecbur bırakılsınlar? Herkes her kültürü yaşamak zorunda değildir. Eagleton dil, edebiyat teorisi, siyaset, felsefe ve sosyolojide karşılaşılan “postmodern önyargıları” bu şekilde deşifre eder. Sonra da kendi kültür tanımına gelir, üçüncü bölüm “Toplumsal Bilinçdışı”nda. Freud ve Jung’tan aldığı emanet kavramla açıklar kültürü. Her farklı kültürün, ait oldukları toplumun bilinçdışını oluşturduğunu belirtir. Kültür, suya karıştırılan, tadı alınan fakat görünmeyen şekere benzemektedir. Her alanda toplum yaşantısını etkiler, toplum yaşantısından etkilenir, başka ifadeyle bir yandan yeniden biçimlendirilir, diğer yandan biçimlendirir. Halk bunun farkına varsa da, varmasa da.

SERT ELEŞTİRİLER

Farklı bakış açıları sunabilen bir kitap Kültür. Çünkü Eagleton kıyasladığı isimleri iyi okumuştur. Onların yetişme ortamlarına kadar eğilir mesela. Dördüncü bölüm “Bir Kültür Havarisi”nde Edmund Burke’un kültürü ne şekilde anladığını ve kullandığını irdeler. Yetiştiği ortama, aldığı eğitime, Fransız Devrimi’ne dönük sert eleştirilerine yönelir. Beşinci bölüm “Herder’den Hollywood’a”da aynı yöntemi Johann Gottfied Herder’e uygular. Burke-Herder kıyası öğreticidir. Ayrıca bu isimleri Oscar Wilde’la da karşılaştırır. Karl Marks ve Sigmund Freud’u ise her kıyas esnasında mutlaka devreye sokar. Eagleton bu şekilde okuyucuyu beyin fırtınasına sokar. George Orwel, James Joyce, Samuel Taylor Coleridge, Joseph Conrad, T. S. Eliot, Thomas Mann… örnek verdiği edebiyatçılar arasındadır.

Eagleton tarafsız değildir. Uygarlığın sonuçlarını görür ve tahlil eder. Kültürden vazgeçemez. Kültürü oluşturan din, sanat, gelenek ve görenek vazgeçilebilecek gibi değildir zaten. Eagleton’un nazarında uygarlık biraz da kapitalizm demektir. Sosyalizm kültüre daha yakın durur. Komünizm ve sosyalizmle eş tutamasak da, kültürün anti-kapitalist yönden onlarla buluştukları noktalar vardır. Asıl kavgaysa, tanrıdan boşalan tahta kimin oturacağıdır. Modernizm “ölen tanrının” tahtına birçok kavram geçirmeye çalışmıştır. Sanat bunlardan bir tanesidir. Bilim bir diğeri… Ama kültür, diğer bir talip ve o tahta en çok yakışandır. Fakat o da dinin ortadan kaldırılmaya çalışılmasıyla oluşan boşluğu bütünüyle dolduramamıştır. Kültür adeta dinin seküler halidir, Eagleton’a göre. Fakat gelinen noktada “seküler din” diye adlandırılan kültürün etkisi de kalmamıştır. Artık kültür yönlendiren, istikamet veren, imparatorluk yıkıp ulusal devlet kuran bir güçte değildir; kapitalizmin ele geçirdiği, kendi amaçları uğrunda rahatlıkla kullandığı piyasa figürüne dönüşmüştür. “Kültür endüstrisi” tabiri durduk yere ortaya çıkmamıştır.

Uygarlık-kültür karşıtlığında, Eagleton her ne kadar antikapitalist özelliğinden dolayı kültüre meyletse de, uygarlık olmadan nasıl kültür olacaktır diye sormaktan kendini alamaz. Sonuçta resim sergisi açmak için büyük bir salona ihtiyaç vardır. Bu büyük salonun yapılması uygarlığa bağlıdır. Matbaa makineleri olmadan kitap, istenilen sayı ve hızda çoğaltılamaz. Makine uygarlık demektir. Oysa onun anladığı anlamda modern uygarlık yokken de kültür vardı. Eagleton’un eksiği, Batı dışında gelişen ülkelerin nasıl dil ve kültür ürettikleri konusuna girememesidir. Din-kültür ilişkisinin önemine dair sıkı tespitlerde bulunur. Ama din-uygarlık ilişkisini tartışamaz. Kültür başlığı altında dini de işlediğini düşündüğünden böyledir. Şimdilerde kültür denilen şeyin, eskiden din diye yaşandığını sanır. Eagleton Kültür kitabında da maalesef din ve ekonomi konusunda Marksist önyargılardan kurtulamaz.



#Kültür / Terry Eagleton / Çev. Berrak Göçer / Can
4 yıl önce