|

Hakikati arayan Hippi

Paulo Coelho’nun 70’lere saygı duruşu niteliğindeki son romanı Hippi, yazarın kendi yaşam öyküsünün bir bölümünü anlatıyor. İstanbul’da sufilerle tanışan yazarın edebiyatına yön veren tasavvuf öğretilerinin kaynağı bu kitapla gün yüzüne çıkıyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 8/08/2018 Çarşamba
Güncelleme: 04:32 - 8/08/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
​Hakikati  arayan Hippi
​Hakikati arayan Hippi
ARZU ŞAHİN

1996 yılında yayınlanan Simyacı, tüm dünyada büyük fırtınalar estirmiş, Paulo Coelho ismi kitap okuyan hemen herkesin dünyasına hızlı bir giriş yapmıştı. Özellikle Türk okuru tasavvuftan esintiler taşıyan bu kitabı birbirine tavsiye eder olmuştu. Simyacı yayınlandıktan iki yıl sonra 1998 yılında okumuş oldukça etkilenmiştim. Coelho’nun okuduğum ikinci kitabı ise tam 20 yıl sonra yayınlanan Hippi oldu. Arada çıkan yirmiye yakın kitabı bir şekilde es geçmişim. Oysa bu arada Poulo Coelho’nun kitapları tüm dünyada 50’den fazla dilde yüz milyonlara ulaşmış. Ve yazar dünyada Marquez’den sonra en çok okunan Latin Amerikalı edebiyaçı ünvanını almış. 20 yıl sonra okuduğum kitap kişisel okuma serüvenim açısında oldukça önemliydi. Bakalım Simyacı’yı okurken aldığım tadı alacak, yine çok etkilenecek miydim? Bir yolculuk romanı olan Hippi’yi ben de yollarda okumak durumunda kaldım ve itiraf etmem gerekirse Hippi beni Simyacı kadar etkilemedi. Üstelik en sevdiğim dönemlerden biri olan 70’leri anlatmasına rağmen.

Roman, Brezilyalı Poulo ile Hollandalı Karla’nın Amsterdam’da buluşmalarını ve Magic Bus isimli külüstür bir otobüsle Nepal’e yolculuğa çıkmalarını anlatıyor. Fonda 70’lerin hippi kültürü yer alıyor. Daha sonra aşkın kıyısında gezinen bu iki gencin birlikte çıktıkları yolculuk Nepal’e varmadan İstanbul’da son buluyor.

HİPPİLİK SADECE
BİR GÖRSEL ŞOV MUYDU?

Poulo Coelho’nun sadece isimleri değiştirerek gerçek hayatından bir kesitin anlatıldığı kitabın en büyük handikapı hippiliği sadece giyim tarzı, saç stili gibi görsel metalar ile cinsel özgürlük ve uyuşturucu tüketimi gibi uç haller üzerinden resmetmesi. Dünyanın en önemli siyasi dönemeçlerinden biri olan dönemin politik ayağı sadece Magic Bus’ta yolculuk eden Fransız baba-kızın hikayelerinde üstünkörü anlatılıyor. Yolculukta komünizmin hakim olduğu ülkelerden geçerken baskıcı tutumlara yer verilse de tüm dünyada çiçek çocukların sokakları doldurduğu, gösterilerle devrim hayali kurduğu kısım eksik kalıyor. Coelho’nun Brezilya’da bir yanlış anlaşılma sonucu işkence gördüğü bölüm belki de o dönemin Latin Amerika açısından siyasi atmosferini en iyi anlatan kısım olarak karşımıza çıkıyor.


BREZİLYALI BİR HİPPİNİN
GÖZÜNDEN 70’LERİN İSTANBUL’U

Romanda Poulo ve Karla’nın Amsterdam’da birbirlerini bulmalarına kadar geçen kısım oldukça uzun tutulmuş. İkilinin bu buluşmanın ardından İstanbul’da yollarının ayrılmasını anlatan kısım ise nispeten kısa. Kahramanımızın İstanbul’da diğer yol arkadaşlarının turistik yerleri gezip lezzetli mezelerin tadına bakarken dervişleri araması ve tasavvufa olan ilgisi belki de kitabın en etkileyici bölümü. Hele finalde ünlü yazarın yolculuktan ayrılıp bir tekkede koca bir yıl boyunca sufi olmak için kaldığını öğrenmek yazarın söylemlerindeki parçaları birleştirmek açısından önemli.

Magic Bus yolcularının İstanbul’da yaşadıkları ve o dönemin İstanbul’unun bir Brezilyalının gözüyle anlatılması Türk okurları için 70’leri yeniden düşündürtecek türden . Mesela otobüs şoförünün şehre girerken yolculara verdiği şu tavsiyeler oldukça dikkat çekici “İstanbul ucuz bir şehir, hatta aşırı ucuz denebilir. Türkler harika insanlar ve yollarda aksini görseniz de ülkenin resmî dini İslam değil, laik bir ülke. Yine de güzel kızlarımıza cüretkâr giyinmekten kaçınmalarını, sevgili erkeklerimize ise sırf uzun saçlarıyla dalga geçildi diye kavgaya tutuşmamalarını tavsiye ederim.”

COELHO’NUN EDEBİYATINI
ETKİLEYEN TEKKE

Poulo’nun sonradan sufi olan bir Fransız dervişle karşılaşması ve yaşadıkları diyaloglar da kitabın dikkat çeken yerlerinden. Kitapta o bölümlerden biri de şöyle “Dans eden dervişler gibi kusursuz bir trans haline ulaşmak uğruna ömrümün üç yılını vermeye hazırdım. Adam, ‘Dostum,’ dedi. ‘Sufi, şimdiki ânı yaşayan kişidir. Yarın kelimesi dağarcığımızda yer almaz.’ Evet, bunu ben de biliyordum. Asıl merak ettiğim, talebelikte ilerleyebilmek için İslam’a geçmemin gerekip gerekmediğiydi. Adam, ‘Hayır,’ dedi. ‘Yalnızca bir söz vermelisin: Kendini Tanrı’nın yoluna adayacağına, bir bardak suda bile O’nun yüzünü göreceğine, sokakta dilencilerin yanından her geçişinde O’nun sesini duyacağına; zaten bütün dinlerin telkin ettiği de budur, vermen gereken tek söz bu.”

MANEVİ AŞKIN YARATTIĞI YAZAR

Romanın bir başka ayağı ise 70’li yıllarda karşılaşan bu iki gencin aşkla olan imtihanı. Başlarda Karla’ya aşık olan Poulo yolculuk boyunca manevi aşka doğru yol alırken, kadın hippilerin tüm özgürlük söylemlerini yüreğinde hisseden Karla aynı yolda Poulo’ya gerçek bir aşk duymaya başlar. İkili farklı zamanlarda aşkın farklı yönlerini yaşadıkları için sonunda ayrılık kaçınılmaz hale gelir. Yarım kalmış bu aşk hikayesinde Karla’nın Nepal yolculuğunu tamamlayıp tamamlamadığını, manevi anlamda bir tatmine ulaşıp ulaşmadığı okur için bir muamma. Ancak 70’lerde Brezilyalı bir hippi olan Poulo’un İstanbul’da bir tekkede yaşadığı sufilik deneyiminin onun edebiyatını derinden etkilediğini ve çok satan bir yazar olarak tasavvuf öğretilerinin romanları aracılığıyla tüm dünyaya yayıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

#Paulo Coelho
6 yıl önce