|

Hedefim İstanbul’a Edebiyat Müzesi kazandırmak

Edip Cansever’in oğlu Ömer Cansever şairin kitaplığını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağışladı. “Hedefim İstanbul’da bir Edebiyat Müzesi kurmak” diyen MSGSÜ Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi, önümüzdeki günlerde de Tomris Uyar ve Turgut Uyar’ın oğulları Hayri Turgut Uyar’ın babasının kitaplığını, saatini, daktilosunu, annesinin ise çalışma masasını, daktilosunu üniversiteye bağışlayacağı müjdesini verdi.

Merve Akbaş
04:00 - 13/06/2021 Pazar
Güncelleme: 23:38 - 10/06/2021 Perşembe
Yeni Şafak
Handan İnci Elçi
Handan İnci Elçi

Geçtiğimiz haftalarda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi’den kültür sanat camiasını sevindiren habelerler aldık. Edip Cansever’in kütüphanesinin bağışlanması, Üsküdarlı gençler için İstanbul gezilerinin yapılacak olması bunların başında geliyor. Tüm bunları konuşmak üzere kapısını çaldığımız Prof. Dr. İnci Elçi, bize hem bu güzel haberlerin detaylarını anlattı hem de yeni müjdeleri verdi: “Cansever’in üniversitemize kazandırdığımız kütüphanesindeki kitaplar incelendiğinde, araştırmacılar Cansever’in okuma yolculuğuna dair dikkate değer ip uçları da bulacaktır. Size ayrıca bir müjde daha vereyim. Benzer şekilde ve daha önce Turgut Uyar’ın oğlu Hayri Turgut Uyar da babasının kitaplığını, saatini, daktilosunu, Tomris Uyar’ın çalışma masasını, daktilosunu üniversitemize verme hazırlığındaydı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi içinde bir İkinci Yeni kitaplığı kurmaya doğru gidiyoruz.”

Tanpınar Merkezi’nin sürdürdüğü İstanbul gezilerine geçtiğimiz günlerde Üsküdar Milli Eğitim Müdürlüğü ile imzaladığınız iş birliği anlaşmasıyla gençler de dahil olmuş olacak. Projenin ayrıntılarından bahseder misiniz?

Tanpınar Merkezi’nin İstanbul gezileri hiç tahmin etmediğim kadar ilgi çekti, önceleri biz bize yaptığımız bu gezilere katılmak için çok talep oldu. Ancak sözünü ettiğiniz projenin anlamı ve değeri bambaşka. Üsküdar Milli Eğitim Müdürlüğü davetlisi olarak Beş Şehir üzerine bir konuşma yaparken, gençlerin maalesef İstanbul’u yeterince tanımadığından yakındık hep birlikte. Konuşma esnasında şehre sahip çıkmak için onu sevmek ve tanımak gerektiğini söyledik. Bu noktada da lise çağındaki gençlere mutlaka şehri tanıtmamız gerektiğinin altı çizildi. Tanpınar Merkezi olarak bu göreve talip olduk. İstanbul gezileri ve seminerleriyle öğrencilere Tanpınar’ı ve İstanbul’u tanıtmak istediğimizi söyledim. Üsküdar MEM bunu hemen benimsedi ve bir projeye dönüştürdü.

Her zaman söylerim, sevmek ve korumak için tanımak ve değerini bilmek gerek. Gözdemiz İstanbul’un güzelliklerini koruması için de bu şehre öncelikle gençlerin sahip çıkmasını sağlamamız gerek. Güzellikten kastım sadece doğal güzelliği, çiçeği, ağacı değil, onlar da çok önemli ancak bu şehrin tarihsel kimliği, kültürel değeri üzerinde daha çok bilgi sahibi olmalı gençlerimiz. Süleymaniye Camii’nin avlusuna girmemiş o görkemli ağaçlarla muhteşem mimarinin tadına varamamış, Suriçi’nde dolaşmamış gençlerden İstanbul’un kıymetini bilmelerini bekleyemeyiz. İstanbul’un değerlerini onlar için bir yaşantıya çevirmeliyiz. Ancak böyle koruyabilirler. Üsküdar MEM, Kaymakamlık ve Belediye’nin de desteğiyle geliştirilen proje kapsamında liseli gençlerin ders programına yerleştirilen bu gezilere başlamayı ben de heyecanla bekliyorum.


ANITSAL MEKÂNLAR YER ALACAK
Belirli bir rota izlenecek mi?

Rotamızda İstanbul’un tarih ve kültür açısından anıtsal mekânları yer alacak. Suriçi, tarihi yarımada ve Boğaziçi gibi önemli bölgeler gezilecek. Bunlarla ilgili hazırlıklar Üsküdar MEM ile birlikte yapılacak.

Peki hangi öğrenciler dahil olacak?

Bu proje kapsamında sadece Üsküdar’daki lise öğrencilerimiz seçili bir kesimi dahil olacak ama ben şahsen İstanbul’u tarihi ve kültürel dokusuyla hiç karşılaşmamış gençlerle gezmeyi de çok istiyorum. Genç kuşakları İstanbul’un tarihi ve kültürel kimliği üzerinde bilgilendirmek, bilinçlendirmek gerek. Bununun için sadece Tanpınar Merkezi üzerinden yapılacak geziler de yetmez. Her semtin Milli Eğitim Müdürlüğü, Üsküdar MEM’in yaptığı gibi bu gezilerin öneminin farkında olarak projeler geliştirseler ne iyi olur.

İSTANBUL’U TANIYAN ONA ZARAR VERMEZ
Bugün şehirle ilgili sayısız problem yaşıyoruz. İstanbul’u yeterince tanımamak bunun nedenlerinden biri olabilir mi?

İstanbul’u okuyarak, gezerek tanıyanlar, onun kültürel kimliğinin değerini bilenler bu hafızayı yok edecek ya da güzelliğine zarar verecek uygulamalara karşı çıkar. Çıkıyoruz da zaten. Özellikle sosyal medyada bu konuda ciddi bir kitle var. Bunlar, Sultanahmet Meydanı’ndaki bir erguvan ağacının kesilmesine, Tophane Camii’nin önünün kapanmasına, Şemsi Paşa Camii’nin en önemli karakteristik özelliği olan Boğaz’ın sularıyla buluşmasının engellenmesine aynı üzüntüyle itiraz ediyorlar. Çünkü bunların tarihi değerini ve şehre kattığı güzelliği biliyorlar. O manzaraya, binaya kendi kişisel yaşantılarını da eklemişler, altında oturmuşlar, içine girmişler, hissetmişler... Aynı mekânlarda biriktirilen anılar kuşakları kilit taşları gibi birbirine bağlar. Bunların sökülüp çıkarılması o hafızayı boşaltır ve devamlılık duygusunu yok eder. Tanpınar’ın da üzerinde durduğu “devamlılık” konusu budur.

HERKES KENDİ ÇAĞININ İSTANBUL’UNU YAŞIYOR
Yani bu gençler İstanbul’u gezdikçe bir İstanbul farkındalığı oluşacak.

Kuşkusuz onların İstanbul’u başka bir İstanbul. Herkes kendi çağının İstanbul’unu yaşıyor. 1950’lerde Tanpınar, Suriçi’nde bir tepeden karşı tarafa bakıyor ve diyor ki, “Bu işin ucu kaçtı. Artık İstanbul eski haline dönemez.” Oysa biz şimdi o yılların İstanbul’unu filmlerden, fotoğraflardan büyük bir hayranlıkla izliyoruz. İstanbul’a yönelik hayıflanmalar asla bitmeyecek. Ama bizim de mevcudu nasıl koruyacağımıza yönelik bir bilinç geliştirmemiz gerekiyor. Tarihi binlerce yıl geriye giden bu şehir bizim için müthiş bir imkandır, bunun farkına varanlar ve değerlendirenler şanslıdır. Varoluşumuzu zenginleşmek, genişlemek, yaşantımızı dolu hâle getirmek çağımızı aşmakla da ilgilidir çünkü, gündelik olan her zaman sınırlı ve dardır. Varoluşu daha geniş bir açıdan kavramak ve daha derin yaşamak için onu geçmişe ve geleceğe doğru genişletmek gerek. İstanbul gibi kimlikli şehirler, sanat ve edebiyat işte burada devreye girer. “Burada ne yaşandı?” sorusu beni her zaman içine çeker ve İstanbul’da bu soruya cevap verecek şahane hikayeler var.


SIRADA TURGUT UYAR’IN KİTAPLARI VAR
Kısa süre önce Edip Cansever’in kütüphanesinin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesine bağışlandığını duyduk. Bu oldukça sevindirici bir haber. Süreç nasıl gelişti?

Bizi Edip Cansever’in kitaplığına götüren de yine Tanpınar oldu. Paris’te doktorasını yaparken Tanpınar Merkezi için bir söyleşi yapmak üzere Alev Ebüzziya’ya giden öğrencim Habil Sağlam, bu söyleşiden Edip Cansever ile Ebüzziya’nın aşk mektupları ile çıktı. Bu mektuplar bu günlerde Yapı Kredi Yayınları’ndan yayınlanmak üzere. Bu süreçte Cansever’in oğlu Ömer Bey ile tanıştık, babasının kitaplarını değerlendirmeyi düşünüyordu ve kurumumuza vermeyi tercih etti. Her şeyden önce Cansever’e ait olduğu için kıymetli bir kitaplık ama içlerinde dönemin yazarlarının imzalayarak Cansever’e gönderdikleri de var, Oğuz Atay’ın imzalı Tutunamayanlar romanı mesela. Sevdiğimiz, değer verdiğimiz yazarların altını çizdiği, notlar aldığı, kitaplığında biriktirdiği kitaplara ulaşmaktan hepimiz etkileniriz. Tanpınar kütüphanesindeki kitaplar maalesef vefatından sonra dağılmış. Neyse ki birkaç arkadaşı, evini boşaltmadan önce bu kitapların bir listesini çıkarmış. Bu listeyi Tanpınar Merkezi’nin web sitesinde yayınladık. Ancak o kitapların kenarına aldığı notları, altını çizdiği satırları göremiyoruz şimdi. Cansever’in üniversitemize kazandırdığımız kütüphanesindeki kitaplar incelendiğinde, araştırmacılar Cansever’in okuma yolculuğuna dair dikkate değer ip uçları da bulacaktır. Size ayrıca bir müjde daha vereyim. Benzer şekilde ve daha önce Turgut Uyar’ın oğlu Hayri Turgut Uyar da babasının kitaplığını, saatini, daktilosunu, Tomris Uyar’ın çalışma masasını, daktilosunu üniversitemize verme hazırlığındaydı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi içinde bir İkinci Yeni kitaplığı kurmaya doğru gidiyoruz diyebilirim. Tabii benim asıl hedefim bir İstanbul Edebiyat Müzesi. Behçet Necatigil’in kitapları, Cevdet Kudret’in kitaplarının önemli bir kısmı ve evrakları da bizde. Edip Cansever’le Turgut Uyar’ın kütüphanesini yan yana getirmek ve ortalarına da Uyar’ın şiirinin ikonik nesnesi de olan “Büyük Saati” koymak İkinci Yeni Kitaplığı’nın önemli adımları olacak.

Cansever ailesinin katkıları
Cansever’in kütüphanesinin artık üniversite bünyesinde olduğunun müjdesini verdiğinizde iki önemli projeden daha bahsetmiştiniz. Özellikle de Mimarlık Fakültesindeki öğrencileri sevindirecek olduğunun altını çizmiştiniz. Acaba bu proje nedir ve hangi aşamada?

Mimarlık Fakültesi 17 Ağustos 1999 depreminden bu yana güçlendirme görmemişti. Göreve geldiğimden beri bu binayı boşaltarak güçlendirme sürecini başlatmak istiyordum, bir hazırlık içindeydik. Pandemi bu süreci hızlandırmamıza imkân verdi. Uzun süredir okullarından uzak olan öğrencilerimize daha güvenli ve konforlu bir bina hazırlamaya çalışıyoruz. Bu kapsamda rıhtımı da öğrencilerin tasarımına göre yeniden düzenlemek için bir yarışma açtık. Jüri üniversitemizin hocalarından oluşuyor. Başarılı bulunan proje uygulanacak. Yarışmanın sponsoru aynı zamanda Ahşap Ürünleri Sanayi A.Ş’nin sahibi de olan Ömer Cansever. Böylece Edip Cansever ailesi sadece bağış kitaplarla değil, rıhtımı yenilememize verdikleri destekle de üniversitemize değerli bir katkı yapmış oluyor.

Animasyon bölümü sektörle yakın ilişki yürütecek
Geçtiğimiz günlerde çok önemli bir haber daha aldık. O da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinin İstanbul’un Çizgi Film/Animasyon Bölümü açan ilk devlet üniversitesi olduğu. Türkiye’nin ilk animasyonu yine MSGSÜ’nün hocalarından Sezer Tansuğ’un elinden çıkan “Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü?” isimli çalışmasıydı. Peki gelecekte bu alanda yürütülecek çalışmalar var mı?

Bakın bu beni çok mutlu eden ve çok geç kalınmış bir çalışmamız. Türkiye’de Çizgi Film/Animasyon bölümünün açılması gereken ilk üniversite bizdik aslında çünkü çizgi film dersini müfredatına koyan ilk üniversiteyiz. Bu konuda derslere ve çalışmalara daha 1947 yılında başlamışız. Hocamız Vedat Ar ülkemizin ilk animasyon filmi olan “Zeybek Oyunu”nu on beş öğrencisiyle birlikte bu derslerde tamamlıyor. Bu ilk filmden elimizde maalesef sadece bazı kareler var. Türkiye’de animasyonun önemli isimlerinden Tan Oral ve Emre Senan da uzun süre üniversitemizde animasyon dersi vermiştir. Grafik Tasarımı Bölümünde animasyon derslerine hep yer verildi ancak müstakil bir bölüm olarak sadece bu konuya odaklı bir program yürütmek başka bir iş. Yükseköğretim Kurulundan onayımızı aldık, bölümü açtık. Şimdi güçlü bir alt yapı ve kadro kurma hazırlığındayız. Bu süreci tamamladıktan sonra 2022-2023 Akademik yılı için öğrenci kabulüne başlayacağız. Bu bölümün üniversitenin sektörel ilişkilere en açık ve en dinamik bölüm olmasını hedefliyoruz.

Öncü rol görünür yapıyor
Türkiye’deki az sayıda kadın rektörden birisiniz ve üniversitenizin de ilk kadın rektörüsünüz. Aynı zamanda bir rektör olarak sosyal medyayı oldukça aktif ve verimli kullanıyorsunuz. Gözlemlediğim kadarıyla öğrencilerinizle mentionlaşıyor, sorunlarını DM’den bile çözmeye çalışıyorsunuz. Bu tür öncül pozisyonlar almak özellikle kadınların görünür kılınması noktasında sizce nasıl sonuçlar getiriyor?

Rektör olmadan önce de aktif şekilde Twitter kullanan bir hocaydım. Instagram hesabım daha yeni. Facebook’a hiç alışamadım, benim hızlı ve haber paylaşma odaklı tarzıma uymadı orası. Sosyal medyanın dezenformasyon potansiyelini bizzat yaşayarak fark etmiş olmakla birlikte sağladığı iletişim kolaylığını çok önemsiyorum. Bu mecra, dikkatli kullanıldığında iyi sonuçlar veriyor. Öğrencilerin sorun çözme konusunda bekletilmemesi gerek. O kadar çok sorun çıkıyor ki karşılarına, mümkün olduğu kadar aza indirgemek ve kolay yol almalarını sağlamak bizim görevimiz. Bazen çok küçük konuların büyütüldüğüne ve çözümsüz kaldığına şahit olunca hemen devreye giriyorum. Bunu fark eden öğrenciler de sorunlarını doğrudan bana yazmaya başladı. Ancak, yapılması gereken öğrencinin sorunlarını kurumsal sistem içinde çözebilmesi. Bunun için bir Talep Yönetim Sistemi kurduk ve geliştirmeye çalışıyoruz.

Şimdi sorununu orada da çözemeyen ya da farklı talepleri olan öğrenciler bana yazıyor. Bundan da mutluyum, elbette yazsınlar. Öğrencinin yönetimden ne istediğini öğrenmek her zaman değerlidir.

Sürdürülebilirlik önemli

Kadın rektör olma konusuna gelince... Bakın burada hakikaten alınması gereken daha çok yolumuz var. Şöyle anlatayım: Türkiye’de akademisyenlerin yüzde 45’i kadınlardan oluşuyor ancak 206 üniversitenin sadece 17’sinin rektörü kadın. Devlet üniversitelerinde toplam sayımız sadece 8. Akademik kadrolarda kadın oranı çok yüksek olsa dahi yönetici olmaya gelince bu sayı yok denecek kadar düşüyor. 1882 yılında eğitime başlayan Üniversitemde ilk kadın rektör olmak beni her zaman gururlandırsa bile bunun 140 yıl sonra gerçekleşmesi aslında üzüntü verici. Bu öncü rol beni daha da görünür hale getirdi. Rektörlük görevimi yerine getirirken üniversitenin bütün bileşenleriyle yakın çalışmaya önem veriyorum, ayrıca çok değerli bir çalışma ekibim var. Bu tür görevler süreli görevlerdir ve ben de bu süre zarfında üniversiteme kalıcı ve güzel işler yapmak için çalışıyorum. Ancak yapılan her iş, sürdürülebilir olursa anlam taşıyor. Benim ve ekibimin hedefi, üniversitemizin daha başarılı olması için bizden sonraki ekiplerin de sürdürebileceği kurumsal bir “uzun dönem stratejisi” belirlemektir.

#Handan İnci Elçi
#Edebiyat
#Üniversite
3 yıl önce