
Harika Durgun editörlüğünde hazırlanan Tefrikadan Kitaba, Romanın Yayın Serüveni adlı çalışma romancıların yahut yayıncıların, romanların ilk haline kitaplaşırken ne kadar sadık kaldığına odaklanıyor.
Edebi türler arasında en genç ve dinamik olarak nitelenebilecek olan roman, ortaya çıkma koşullarından yayınlanma şekline; içerdiği sosyal, siyasal, kültürel meselelerden zamanla kazandığı biçimsel sapmalara değin oldukça hareketli bir alan ihtiva eder. Her toplumun özünü temsil eden geleneksel anlatıları o toplumun kimliğine dair pek çok ayrıntıyı ele verirken Avrupa’nın kendine has değişim koşullarında şekillenerek yeni bir insan, inanç, düşünce, bakış açısı, zaman ve mekân telakkisi sunan roman, Batı dışı toplumlara modernleşmeye dair bir sorun ve sonuç olarak gelir. Bu tür toplumlarda roman, artık sadece bir edebi metin olmanın ötesinde yenileşmenin en bariz göstergesi olur. Söz konusu durum Türk romanı için de özel bir önem taşır. Türk modernleşmesi geleneksel hayata aykırı düşecek pek çok yeniliğin sıkıştırılmış bir zaman içerisinde tecrübe edilme süreci olarak nitelenebilir. Osmanlı’da özel gazetecilik faaliyetlerinin başlaması ile eş zamanlı gelişen roman yazma çabaları ve modern nesir türünün gelişimi aynı döneme tekabül eder. Hâl böyle olunca gazetelerde tefrika edilerek toplumla buluşan Türk romanı, periyodikler vasıtasıyla doğrudan halkın karşısına çıkar. Yazarlar, bir taraftan yeni ve Batılı bir türde yazmanın ağır sorumluluğunu taşırken diğer taraftan modernleşmenin getirdiği birçok meseleye romanlarda çözüm üretmeyi amaçlar. Bu tefrikaların büyük çoğunluğu halen süreli yayınlarda kalsa da kendisini gazete ve dergilerden kurtararak kitaplaşan örnekler de bugün tekrar tekrar okuduğumuz/okuttuğumuz metinlerdir. Kaldı ki Batı’da gazeteler aracılığıyla okura ulaşmayı hedefleyen romanlar daha çok popüler edebiyatın temelini oluştururken Türk edebiyatında tefrika edilen romanlar popüler sınırlara indirgenemez. Böylece Huzur tefrikasının arka sayfasında Cingöz serisi ile karşılaşmak, okuru pek şaşırtmaz. Bu durum dahi Türk romanının doğuşu, gelişimi ve algılanışı ile ilgili bazı şeylerin tekrar düşünülmesini gerektirdiğine işaret eder. Diğer taraftan tefrikadan kurtularak iki kapak arasına girebilen romanlar, çoğunlukla kitap halindeki baskıları üzerinden değerlendirilirken tefrikalar gözden düşer. Tefrikadan kitaba dönüşen romanların ilk halini ne ölçüde koruduğuyla pek ilgilenilmez.
TEFRİKANIN KİTABA DÖNÜŞÜMÜ
Tefrikalar son dönemlerde araştırmacıların ilgi alanında. Dergâh Yayınları yakın zaman önce Tanpınar’ın eserlerinin tenkitli neşirlerini hazırlarken farklı yayınevleri de çeşitli yazarların eserlerini bu dikkatle okuyucuyla buluşturuyor. Son zamanlarda Selçuk Atay editörlüğünde hazırlanan Halit Ziya külliyatı da bu kapsamda aklıma gelenlerden. Harika Durgun editörlüğünde hazırlanan Tefrikadan Kitaba, Romanın Yayın Serüveni adlı çalışma da romancıların yahut yayıncıların, romanların ilk haline kitaplaşırken ne kadar sadık kaldığına odaklanıyor. Tanzimat’tan 1980’lere uzanan süreçte tefrika edilen on üç seçme esere odaklanan çalışmanın yöntemini editör; “romanın tefrikasıyla kitap olarak ilk baskı ve yazarın sağlığındayken gözden geçirdiği son baskı arasında ne tür değişiklikler olduğunu tespit etmeye ve bunların sansür sebebiyle mi yazarın edebi görüşündeki değişiklikten dolayı mı yoksa yayınevi, naşir gibi dışarıdan müdahalelerin etkisiyle mi olduğunu belirlemeye çalıştık” sözleriyle ifade ediyor. Bu kapsamda İnci Enginün’ün kapsamlı değerlendirme yazısından sonra Manastırlı Mehmet Rıfat’ın fablları, Hüseyin Rahmi’nin Şık, Halit Ziya’nın Bir Ölünün Defteri, Mehmet Rauf’un Eylül, Safvetî Ziya’nın Salon Köşelerinde, Reşat Nuri’nin Çalıkuşu, Yakup Kadri’nin Hüküm Gecesi, Halide Edip’in Son Eseri, Peyami Safa’nın Biz İnsanlar, Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler ile Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Tahsin Yücel’in Vatandaş ve Melih Cevdet’in Raziye adlı eserleri, söz konusu yönteme bağlı kalınarak değerlendiriliyor. Bu tür karşılaştırmalı okumalar daha önce farklı araştırmacılar tarafından müstakil yayınlarda gerçekleştirilmiş olsa da ilk kez bir kitap hacminde bir araya geliyor.
ROMANLARIN KADERİ
İnci Enginün, bir romanın tefrikası ile kitap neşri arasındaki farklılıkların kaçak/taklit baskılardan, naşirlerden, yazarın bizatihi kendisinden yahut sansürden kaynaklanabileceğini ifade ediyor. Böylece bir edebi tür olmanın yanı sıra farklı pek çok sorumluluğu üstlenen romanın yayınlandıktan itibaren geniş bir mücadele alanı içerisine düştüğü anlaşılıyor. Ele alınan romanların ekseriyeti tefrikadan kitaba dönüşürken yazarın dil tasarrufuna takılıyor; kelime ve cümle düzeyinde gerçekleşen değişiklikler, ilgili yazarın üsluba ne ölçüde kıymet verdiğinin de göstergesi oluyor. Söz gelimi Halit Ziya’nın Bir Ölünün Defterini kitaplaştırırken atmosfer ve tasviri daha hissedilebilir hale getirmek, anlatılan olayı/durumu daha iyi ifade edebilmek, anlamı kuvvetlendirmek ve belirsizlikten kurtarmak, yazımı yanlış olan kelimeleri düzeltmek, üslubu sağlamlaştırmak amacıyla romanı neredeyse baştan kaleme aldığı görülüyor. Bu türden üslup endişesinin romancıların geneline hâkim olduğu söylenebilir. Diğer taraftan, yazının başında da belirttiğimiz gibi Türk modernleşmesinde birbirini tetikleyen pek çok yenilik bir arada tecrübe edildiğinden, bu kapsamda dilde sadeleşme de eserlerdeki değişikliklerin en temel sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Cumhuriyet öncesinde tefrika edilip sonrasına kalan romanların tamamında görülen bu sadeleşme arzusu, elbette romanların söylem gücüne de etki ediyor. Sadece dilde sadeleşme değil, Cumhuriyet sonrasında her alanda görülen paradigma değişimi, Çalıkuşu gibi sınırda yazılmış metinlerin neredeyse baştan aşağıya yenilenmesine yol açıyor. Böylece ifadedeki farklılaşmalardan ziyade içerik ve kurgudaki anlamlı değişiklikler, zihniyet dönüşümünü göstermek bakımından önem arz ediyor. Özlem Nemutlu’nun Hüküm Gecesi’nin tefrika ve sonraki baskılarını kıyasladığı yazısı, bu tür karşılaştırma okumasının ne ölçüde elzem olduğuna işaret edecek nitelikte. Önceleri Birikim Yayınları, daha sonra İletişim Yayınları aracılığıyla okurla buluşan Yakup Kadri’nin roman ve hikâyelerinin yazarın tasarrufundan çok yayıncının tercihiyle dönüştürülmesi, eserlerin tefrikaları ile kitap neşirleri arasında ürkütücü farklılıkların olması, sadece Yakup Kadri için bile bu türden bir çalışmanın yapılabileceğini gözler önüne seriyor.
Tefrikadan Romana, mukayeseli okumaların edebi metinlerin anlamını, etki alanını, yazarın ya da çağın zamanla geçirdiği değişimi, geçmişteki sansürün, gelecekteki yayıncının bir metni nasıl dönüştürebileceğini örneklemek bakımından geniş perspektifte yorumlar sunuyor. Çalışmanın geniş bir dönemi kapsaması, büyük bir zenginlik sağlamasının yanında bir bakıma da asıl yapılması gerekene işaret ediyor. Dönem yahut yazar merkezli gerçekleştirilecek mukayeseli okumalar, edebiyat tarihi ve üslupbilim çalışmalarının yanı sıra sosyoloji, düşünce ve kültür tarihi gibi alanlara da büyük imkânlar sağlayacak gibi görünüyor.






