|

Tanımsız... Yani kadın!

Tanımsızlığa mahkûm edilen ‘kadın’ın dünyasına ayna tutan bir hikâyeci Halime Toros. İncitilmiş insanların, kıyıda-köşede kalmış gariplerin sesi..

Hakkı Yanık
00:00 - 15/08/2022 Pazartesi
Güncelleme: 21:22 - 14/08/2022 Pazar
Yeni Şafak
Halime Toros
Halime Toros
Hikâyeci
Halime Toros
’la
Sahurla Gelen Erkekle
r sayesinde
Dergâh
’lı yıllardan tanışıyoruz. ’90’lar, ‘mahalle’mizde hikâyeci ablaların sayılarının bir elin parmaklarını geçmediği zamanlardı. O dönemde Tanımsız’la okuyucusuna merhaba diyen Toros, senaristliği, roman ve metin yazarlığıyla da biliniyor. Yazı hayatı, son 30 yılda,
Mustafa Kutlu
’nun deyimiyle, “bir görünüp bir yokolan” çizgide seyretse de, o, bu ‘dalgalı yürüyüş’e hikâye kitapları
Tanımsız
(1990), Sahurla Gelen Erkekler (1994) ve G
arip Hikâyeler Kitabı
’nı (2015) ayrıca romanı
Halkaların Ezgisi
’yle (1997) gezi kitabı
Asya’nın Kandilleri’
ni (2007) sığdırdı.

Tanışıklığımızdan çok sonra kitaplaşmış hikâyelerinin hepsini tekrar okuduğum Toros’un ilk zikredilmesi gereken yanı ‘kadın’ı öne alan duruşu. Tanımsızlığa mahkûm edilen kadının dünyasına ayna tutan bir hikâyeci o. İslamî düşüncede bir yazar olarak bilinmesine rağmen geleneksel kadın tipini irdelemekten, çağımız kadınını sorgulamaktan geri durmuyor.

Eserlerinde, toplumda sesini duyuramayan, duyursa da yanlış anlaşılan, kıyıda köşede kalan, itilip kakılan, şiddetin envai çeşidine maruz kalan kadınları anlattığı kadar; kırılgan ve incinmiş insanları, ihmal edilmiş kimsesizleri, engellileri, garipleri yani ‘toplumu oluşturan büyük çoğunluğu’ da başarıyla resmediyor Toros. Bu resmedişte modernist unsurları ve geleneksel anlatım yöntemlerini kullanıp, masalları ve destanları metnine katarak, kalemini kuvvetlendiriyor.

Derinlikli incelemeleri hak eden hikâyecinin eserlerinden Tanımsız’a göz atarak devam edelim yazıya. 1990’da
Damla Neşriyat
tarafından ‘hikâye serisi’nde basılmış ilk kitap Tanımsız. Kapak enfes.. Ön yüzde, ‘
halime toros / tanımsız’
yazıyor o kadar! Bir de grafik var. Fonda üç renk: Pembe, yeşil ve beyaz. Arka kapak da gâyet tanımsız: Düz beyaz!
Yayımlandığı yıl,
Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülü’
nü alan eserde, ‘içindekiler’ kısmı olmasa da küçük ve fakat zengin hikâyeler var. Pıt Pıt’la başlayıp Tanımsız’la son bulan 17 çalışma, 96 sayfaya sığdırılmış. Döneminin kadınına, ülkesine dolayısıyla ‘içimiz’e ayna tutan metinlerin çoğu dört sayfayı geçmeyen uzunlukta. En uzunu on sayfayı bulmuyor.
Yaz Günleri Amerika,
kahramanı kadın olmayan tek hikâye.

Tanımsız’da kadınları daha doğrusu bu topraklarda yaşayan ve ‘dert sahibi’ olan insanları ele alıyor Toros. Sorguluyor, samimî ve tabiî..

Pıt Pıt,
bütün annelerin okuması gereken bir hikâye. Bir ‘içe bakış’ denemesiyle annenin psikolojisi ancak bu kadar başarılı anlatılabilir. Bebeği besleyen şey sanki annenin sevgisi ve sütü değil: ...
b
ebekler annelerin uykularını yerdi.
(s. 3).
Mutsuz kadınların resmî geçidine sahne olan
Teyzem
’deki ‘hırka’ bahsini bugün hangi giysimiz için açabiliriz? ...
Güzel kokuyordu. .. çünkü onların hırkaları ... Kolonya kokar, ev kokar, durulanmış çamaşır kokar.
(s. 7).
Eserdeki en beğendiğim hikâyelerden biri olan
Betina
’da geçen şu diyalogu zikretmemek olmaz:
Betina üsteler; ‘Betina başını örtsün mü Idris?
’ İdris’in cevabı ibretlik:
Köylü karıları gibi mi yani?
(s. 16). Betina’yla İdris’in Almanya’da başlayıp Türkiye’de süren ‘kıskanılacak’ aşkları maalesef ‘şiddet’le son bulur. Betina ülkesine dönmeye karar verir.
“Bir yol görünür... Tanır Betina bu yolu. Upuzundur, inceciktir, adı sevgidir.” (
s. 18).
Eserde birkaç ‘hemşire’ hikâyesi var. Mektup üslubuyla kaleme alınan
Bir Hemşire Forması İntihar Etti
’de hemşirelerin eğitimi, toplumdaki hemşire yargısı gibi konular ele alınarak eleştirilir. Bu metinde kahramının ağzından dökülen şu sözler ne kadar da yaralayıcı:
Hemşirenin namusu olmaz.
.. (s. 81).
Çok dramatik ve ironik bir sahne var
Hiç Bu Kadar’
da. Bir idam mahkûmu infaz edilecektir. Sehpaya çıktıklarında çocuğun dizlerinin bağı çözülür. Büyük ve küçük abdestini kaçırır. Görevliler (iğrenerek) onu ipe parmak uçlarıyla itelerler. Bunu gören savcı sinirlenir ve, “...
incitmeyin çocuğu”
(s. 89) diye ünler!

‘Bir görünüp bir yokolsa’ da okunması gereken bir hikâyeci Toros. Kuvvetli bir kalemi, gür bir sesi var. Bu ustalık, hak ettiği karşılığı bulmalı. Tanımsız’la başlayın derim okumaya, pişman olmayacaksınız.

İki söz

İlk söz
Halime Toros
’tan:

Bütün insanî değerlerin sağlaması trafikte yapılıyor. Şehirlerin odağında insan değil araçlar var. ... Topluma tutulan bir ayna gibi trafik. Yola çıkmak, yolda olmak insan olma ya da insanlıktan çıkma potansiyelimizi ortaya çıkarıyor.

Bir söz de

Rasim Özdenören
Ağabey’den:

Bol bol okuyun ve okumayı terk etmeyin. Derdi olan insan okur, derdi olmayan da okuyarak dert sahibi olur. Asıl mesele bir derdimizin olmasıdır. ... Okuyup anlamak, bilmek gerek. Çünkü insan en çok bilmediğine düşmandır.

Ceketin ucu...

Rasim Özdenören
Ağabey’le uzun yıllar
Yeni Şafak’
ın mutfağında ter döktük. O, en uzun soluklu yazarlarımızdandı. Naif bir adamdı, beyefendi..
Daha
Mevlâna
’nın acısı hafiflememişti ki Rasim Ağabey’in vefat haberini aldık. Hep alacağız, yetimliğimiz, öksüzlüğümüz katmerlenecek. Adana yöresi türküsündeki
“Ölüm Allah’ın emri
(de) / (şu)
ayrılık olmasaydı
.” dizeleri dilimizden düşmeyecek. Üstadın ölümle alâkalı bir sözünü not almışım defterime:
Teknoloji bizi ölümden uzaklaştırıyor. Böylece ölümün bize sağlayacağı adâletten de uzaklaşıyoruz.
Özdenören Ağabey, çocukluğundan bugüne hep edebiyatın içindeydi. Çocukken, harçlık biriktirerek kitap alır, yorgan altında el feneri ışığıyla okur. Lise birde yazdığı,
Bakkal Çırağı
adlı metinle hikâyeye adım atar. 1957’de,
Varlık’
ta,
Akarsu
adlı hikayesi yayımlanır.
Hastalar ve Işıklar
ilk kitabıdır. Okurlarına, edebî olarak bu kitabını, fikrî olarak ise
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler’
i tavsiye eder.
Edebiyat
’ın isim babalığını yapan Özdenören, Edebiyat’tan
Hece
’ye birçok derginin yayımına katkıda bulunur. “
Dergiyle doğduk, büyüdük, öleceğiz.
” sözünü harfiyen yaşar.
İz Yayıncılık’
ca basılan birçok kitaba imza atar. 10’a yakın ödülün sahibidir.
Yazıyı üstadın, ‘
Ceketin Ucu’
adını verdiğim ‘ufarak’ bir hatırasıyla bağlamak en iyisi: Babamla uzak bir yere gideceğimiz zaman annem bana sıkı sıkıya tembih ederdi, “Sakın babanın ceketinin ucunu bırakma” diye. Ben de buna uyardım. Öyle ki adamcağızın ceketinin sağ ucu buruşuk hale geldi. Bir gün dedi ki, “Ceketimin ucunu bırak, sana bir borazan alayım . Öttüre öttüre gideriz, böylece yanımda olduğunu anlarım.” Borazanı aldı. Bir gün Fatih’te bir berebere gitmiştik. Babam çıktı, arkasından ben. Babamla aynı renk elbise giymiş birinin ardına takıldım. Berberin çırağı görmüş beni, geldi, “Nereye gidiyorsun? diye sordu. “Babamla gidiyoruz” dedim. “O senin baban değil” deyince baktım ki babamla benzer giyinmiş yabancı bir adam. Berberin çırağı olmasaydı ne yapardım bilemiyorum.
#Halime Toros
#Rasim Özdenören
2 yıl önce