|

Türk tarihçiliğine arşivlerin kapısını araladı

Ötüken Yayınları tarafından yeniden neşredilen Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan’ın makalelerini yayına hazırlayan Prof. Dr. Yahya Kemal Taştan’a göre o, yalnız Annales Okulu’nu temsil etmekle kalmamış, Osmanlı ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki yerini bulmasında da mühim rol oynamıştır.

Halil Solak
04:00 - 15/06/2021 Salı
Güncelleme: 06:28 - 15/06/2021 Salı
Yeni Şafak
Ord. Prof.  Ömer Lütfi Barkan
Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan

Türkiye’de sosyo-ekonomik tarih araştırmalarının kurucusu Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan’ın eserleri Ötüken Neşriyat tarafından yeniden yayınlanıyor. İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri: Nüfus ve İskân Meselelerine Dair Toplu Çalışmalar adlı ilk kitabı yayına hazırlayan İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yahya Kemal Taştan ile Barkan’ın tarihçiliğimize katkılarını konuştuk.

Siz Ömer Lütfi Barkan’ı Türk tarih yazıcılığında nasıl bir konuma yerleştiriyorsunuz?

Bir an için durup Türk tarihçiliğinin Osmanlı geçmişinden tevarüs ettiği birikimin I. Türk Tarih Kongresi’nde nasıl heba edildiğini düşündüğünüzde Ömer Lütfi Barkan merhumun Türk tarih yazıcılığındaki haklı konumunu idrak etmek mümkün oluyor. Kültür politikaları ve resmî tarih anlayışı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın geçmişine karşı aldığı mesafeli tutum, Kemalist dönemin apparatchik’leri ile yıkıcı bir hesaplaşmaya dönüştü. Osmanlı’nın münevveri, Cumhuriyet’in aydını pek çok tarihçinin bu dönemde ya sessizce köşesine çekildiklerini yahut II. Türk Tarih Kongresi’nde olduğu gibi Büyük Yaratıcı’nın yarattığı Büyük Eser karşısında saygıyla eğilip bilimsel iddialarından vazgeçtiklerini görürsünüz. II. Türk Tarih Kongresi’ne sunduğu bildiri ile dikkatleri çeken bir isim vardır. İstanbul Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü’nün inkılabın umdelerini yeni nesillere öğretmekle yükümlü genç doçentlerinden Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlıların imparatorluk kurma teşebbüsünü, büyük Türk tarihinin bir devamı, Türk akınlarının hazırladığı geniş iskân ve kolonizasyon hareketlerinin son tezahürlerinden biri gibi telakki etmek zaruridir” sözleriyle yeni bir tarihçiliğin beşaretini vermektedir. Köprülü’nün 19. yüzyıl şarkiyatçılığının metin merkezli edebî geleneğine yaslanan, yerli ve yabancı ana kaynakları esas alan ve yardımcı disiplinler olarak başta edebiyat olmak üzere sosyoloji, dinler tarihi ve tasavvuf gibi farklı alanlara müracaat eden tarihçiliğini Barkan, farklı bir düzleme, arşivlere taşır ve bir bakıma Türk tarihçiliğine arşivlerin kapısını aralar. Nitekim bu bildirisinde de iki kaynağından birisi İstanbul Devlet Arşivi’dir. Cumhuriyet döneminin toprak meselelerine yoğunlaşan, bunun için imparatorluktan kopan ülkelerdeki toprak rejimlerini inceleme ihtiyacı duyan Barkan’ın nihayet geldiği nokta, Osmanlı toprak rejimini anlamadan Cumhuriyet dönemi toprak meselelerinin çözülemeyeceğidir. Arşivin kapısını aralayan Barkan, tarihçiliğimize sosyal ve ekonomik tarihçiliği kazandırdı. O döneme kadar pek üzerinde durulmamış, özgün ve çığır açıcı konular üzerine yoğunlaşarak klasik tarih anlayışını, bir başka ifadeyle hikâyeci tarih anlayışı yıktı. O, yalnız Annales Okulu’nu temsil etmekle kalmamış, Osmanlı ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki yerini bulmasında da mühim rol oynamıştır. Türkiye’de sosyo-ekonomik tarih araştırmalarının kurucusu unvanını lâyıkıyla hak etmiştir.


BÜYÜK BİR HOCANIN YAPICI ROLÜ

Barkan’ın kendisinden sonraki tarihçiler kuşağı üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Barkan’ı yalnız eserleriyle değil; Halil Sahillioğlu, Cengiz Orhonlu, Yavuz Cezar, Murat Çizakça, Süreyya Faruki, Ahmet Tabakoğlu ve yakın zamanda yitirdiğimiz merhum Mehmet Genç gibi hayru’l-halef sayabileceğimiz talebelerini de göz önünde bulundurup değerlendirmek gerekir. Her biri sahasında temayüz etmiş bu insanlar Barkan’a pek çok şey borçludurlar. Bununla birlikte Türk iktisat tarihçiliği, sosyo-ekonomik tarihçilik de bu okulun ilk temsilcileri vasıtasıyla gelişme imkânı buldu. Merhum Genç’in “Hac Yolunda Bir Karınca” adlı yazısı dahi hoca ve talebesi arasındaki her türlü saygıyı hak eden münasebeti göstermesi bakımından değerlidir. Burada yalnız Genç’i büyük yapan süreci değil, büyük bir hocanın yapıcı rollerini de görmeniz mümkündür. Yukarıda isimleri zikredilen ve Türk tarihçiliğinde önemli mevkilere sahip bu şahsiyetlere pek çok şey borçlu olduğumuzu minnetle ifade etmek isterim. Bu vesileyle Mehmet Genç Hocamızı bir kez daha rahmetle anıyorum. Lâkin Barkan’ın tarihî-ampirik araştırmaları, belgeyi önceleyen ve pozitif tarih telakkilerine hayli yabancı addettiği edebiyat, sosyoloji, antropoloji, felsefe gibi disiplinleri bir bakıma öteleyen tavrı, bugün o geleneğin 2. ve 3. kuşak “taşra temsilcileri” için sorunlu bir hâl almıştır. Bu bakımdan Sabri Ülgener ile gelişen anlamacı/yorumlayıcı tarih okulu, Barkan okulunun gölgesinde kalmış; taşra tarihçileri arasında fazla mâkes bulamamıştır. Belge transliterasyonunu ve verileri sıralamayı tarihçilik sayan, fazla zahmet gerektirmeyen bu yaklaşım, uzun yıllardır farklı disiplinlere ve hepsinden önemlisi Ülgener’de temâyüz eden “zevk-i selim” ile aralarına kalınca bir duvar çekerek, tarihçiliği kuru, yavan sayılar ve tablolar düzeyine indirgemişlerdir. Bu, Barkan geleneğinin “taşra kurnazlığı” ile yanlış yorumlanmış bir biçimidir. Üstelik bunu son derce gülünç bir şekilde, Annales okulu mefâhiri ile ifade edenlerin bu ekolün temsilcilerinden ne kadar haberdar oldukları da meçhuldür. Bereket versin bu yanlış yorum, Barkan geleneğini temsil ettiğini iddia edenler tarafından bugün tartışılmakta ve çözüm yolları aranmaktadır. Bu bakımdan Ülgener okulunun da en az Barkan okulu kadar yeniden okunması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

İlk cildin başında mufassal ve eleştirel bir giriş yazınız var. Bu alışılagelmiş bir tarz değil aslında. Nasıl tepkiler aldığınızı merak ediyorum?

Aslında Türkiye’de pek başvurulmayan bir yöntem. Oysa başka ülkelerde, ilgili olduğu sahada derin izler bırakmış ve artık kanonikleşmiş eserlerin sonraki neşirlerinde editörlük görevini ifa edenlerin girişte bu tür geniş ve eleştirel yazılar kaleme aldıklarına şahit oluyoruz. Bugün “yaygın etki” ve “özgün değer” ile ifade edilen pek çok şeyi tartışmaya da imkân tanıyor bu yöntem. Mesela John Breuilly’nin Nations and Nationalism adlı Ernest Gellner’in eserine yazdığı eleştirel giriş söz konusu eser kadar önem kazanmıştır.

“Kolonizatör Türk Dervişleri» âdeta sihirli bir ifadeye dönüşmüş durumda. Anadolu›nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması ile ilgili birçok tarih incelemesinde, tasavvur ve din araştırmalarında, hatta sosyolojik ve felsefî metinlerde de yer yer bu sihirli ifadeye rastlamak mümkün. Ancak eleştirel ve karşılaştırmalı tarih okumaları yapıyorsanız, incelediğiniz metne şüphe ile yaklaşmanız gerekir. Türk tarih yazımında ve milliyetçi panteonda mühim bir yer işgal eden bu makaleyi ona yüklenen tüm aşkın değerlerden sıyrılarak okumak, bu bakımdan önemlidir.

Bu açıdan bakıldığında Barkan, 1960 yılında Yeni Ufuklar dergisinde kaleme aldığı “Toprak Reformları ve İç Kolonizasyon Meselesi” başlıklı makalesinde “Orta Çağ’da Orta ve Doğu Avrupa memleketlerinin kolonizasyonu ve Hıristiyanlığın yayılması işinde bazı dinî tarikatlerin ve manastırların oynadığı role benzer bir vazife”nin köy enstitüleri ruh ve tipinde kurulacak yeni kurumlar sayesinde yürütülebileceğinden bahsetmektedir. Bu ifade, bir modelin varlığı konusunda üstü kapalı da olsa bir ipucu vermektedir. Barkan’ın nüfus ve iskân ile ilgili makaleleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, onun Henri Pirenne’in Sisteryen keşişlerinden etkilenmiş olduğu anlaşılır. Barkan, esasen tarihçiliğinde derin izler bırakan Pirenne’in modelini izleyerek bir “kolonizatör Türk dervişleri» modeli geliştirmiş ve Anadolu üzerinde hak iddialarının olduğu bir dönemde savunmacı refleksle Fuat Köprülü ile aynı mevzide saf tutmuştur. Kolonizatör Türk Dervişleri, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması sürecini destekleyen, H. A. Gibbons’un Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu ve menşei iddialarına farklı bir zaviyeden fakat Köprülü’yü tamamlar nitelikte cevaplar veren bir makaledir aslında. Fakat bu iddia ve ispat gayreti, bazı metodolojik sorunları da ihtiva etmektedir. Barkan, “kadir-i küll devlet” mefhumunu tüm zamanların ve süreçlerin üzerinde tutarak bir muammaya sebep olmuştur. Kuruluş devrinin dinamiklerini, imparatorluk devrinin belge ve verileriyle izahı, sürgün ve göçleri bir ideal etrafında örüp sosyal ve siyasal gelişmeleri görmezden gelişi manidardır. Mesela 16. yüzyıl sürgünlerini veri olarak kullanırken sosyal ve iktisadî gelişmelerden, Celali isyanlarından bir kez bile bahsetmez. Elbette bunlar “aşkın devlet”in varlığından bahseden biri için ârız hâllerdir. Fakat bugün tarihçilikte gelinen nokta bu hususları daha iyi anlamamızı sağlamaktadır.

Tepkilere gelince, daha kitabın hazırlığı aşamasında haberini aldığım ve hiçbir bilimsel tutumla yakıştıramadığım bir hadise yaşandı. Merhum Barkan’ın talebelerinden birinin, kitabın Ötüken Neşriyat tarafından hazırlandığını duyunca yayınevini arayarak “tıpkıbasım yapmazsanız vatana ihanet etmiş olursunuz” diye uyarıda bulunmuş. Bunu işitince artık neyi yapmam ve neyi yapmamam gerektiği konusu, zihnimde açıkça canlanmıştı. Tıpkıbasım yapmamakla vatana ihaneti aynı kefeye koyanların, 2000’li yılların başında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin bodrum katında çürüyen ve heba edilen İktisat Fakültesi Mecmuası’nın ve Barkan’ın tıpkıbasım yayınlarının hesabını nasıl vereceklerini doğrusu merak ediyorum. Fakat, bu uyarının beni ciddi manada kamçıladığını ve sorumluluğumun ne büyük olduğunu idrak etmeme vesile olduğunu itiraf etmeliyim. Bu açıdan onlara müteşekkirim.

Eser yayımlandıktan sonra her taraftan sitayişkâr cevaplar aldım. Değerlendirmelerimi ve eleştirilerimi okuyanlar, Türk tarihçiliğinin temelinden başlayarak bugüne kadar gelen bir ekolün olumlu ve olumsuzyönlerine yönelttiğim ve esasen bu ekol içinde de ciddi şekilde eleştirilenkonularıyeni bir açılım olarak gördüler. Ben o kadar iddialı değilim. Zaten Halil Berktay, Oktay Özel gibi yetkin isimler tarafından tartışılan bu meseleler, Barkan ekolüne mensup “devletlü milliyetçiler” tarafından da yakın zamanda eleştirilmeye başlanmıştı. Benim yaptığım ancak ufak bir katkı sayılabilir aslında.

BÜTÜNÜN TAMAMLAYACI PARÇASI

Barkan’ın makalelerini yeniden neşre hazırlarken nasıl bir yol takip ettiniz?

Barkan, Türk tarihçiliğinde mühim bir mevkiye sahip olmasına ve bilhassa Türk iktisat tarihçiliğini şekillendirmesine rağmen bugün için eserlerine ulaşmak oldukça zor gözükmektedir. Merhumun önemi ve değeri konusunda hemen herkes hem fikir olmasına, tarihçiliğimize yön veren önemli isimlerden biri olduğu ittifakla kabul edilmesine karşılık kitapları kurumların ve kütüphanelerin tozlu raflarında âdeta unutulmaya terk edilmiş durumdadır. Keza makaleleri için de aynı şeyi söylemek mümkündür. 2000’li yılların başında Prof. Dr. Hüseyin Özdeğer, merhum Barkan’ın makalelerini ve kısaca “Kanunlar” diye bilinen eserini 3 cilt hâlinde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları arasında «tıpkıbasım» olarak yayımlamış ise de sahanın uzmanları dışında bu yayınların geniş okuyucu kitlesine ulaştığını iddia etmek mümkün değildir. Daha sonra 2013 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları arasında Coşkun Çakır’ın hazırlamış olduğu Kolonizatör Türk Dervişleri neşredildi. Ancak bu da geniş okuyucu kitlesi ile buluşamadı. Ötüken Neşriyat’a çok uzun bir süredir, Barkan’ın eserlerini neşretmenin lüzumundan ve öneminden bahsedip duruyordum. Sonunda yurt dışında olduğum bir gün Ötüken Neşriyat’ın kıymetli editörü Göktürk Ömer Çakır arayarak müjdeyi verdi. Barkan’ın varislerine ulaşıp eserlerini neşretmeyi planladıklarını ve varislerin de şimdilik “İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri”nin yayımlanmasını uygun bulduklarını ve beğendikleri takdirde diğer eserlerinin de neşrine imkân tanıyacaklarını, bu kadar ısrarım karşısında benim hazırlamamın yerinde olacağını söylediğinde sevincimi anlatamam. Fakat ben bu teklifi yaptığımda, yalnız Kolonizatör Türk Dervişleri’ni düşünmemiş, konunun tam mânâsıyla anlaşılması için nüfus ve iskân ile ilgili bütün çalışmalarının bir araya getirilmesini planlamıştır. Söz konusu makale o bütünün ancak tamamlayıcı bir parçası idi. Yoksa, girişteki değerlendirmem düşünüldüğünde mesele sâkil ve sâkit kalıyordu. Sağolsunlar, merhum Barkan’ın evladı Özdal Barkan Beyefendi bu endişemi olgunlukla karşıladılar.

Külliyatın bu ilk cildinden sonra, sıradaki ciltler nasıl bir programla yayınlanacak?

Gönül ister ki merhum Barkan’ın bütün eserlerini, bir konu bütünlüğü içinde yayınlayabilelim. Ancak bunun için öncelikle Barkan’ın maddî mirasının, yani evlatlarının da haklarını ve kıymetlerini takdir etmek gerekiyor. Barkan’ın bugün Ötüken Neşriyat sayesinde okuyucuyla buluşan Kolonizatör Türk Dervişleri adlı makalesi, bir yayınevinin gayriahlâkî, kanunsuz ve bilimsel hiçbir değeri olmayan neşriyle yıllar yılı piyasada karşılık buldu. Hem eksik hem de kötü bir baskı olmasına, hak sahiplerinin haklarını gasp etmesine rağmen bu gayriciddi baskı, bugün sahaflarda ederinden fazla bir fiyatla hâlâ satılabilmektedir. Dolayısıyla Barkan merhumun eserlerinden önce, bir hakkı korumanın lüzumundan bahsetmek insanî, ahlâki ve bilimsel bir vecibedir. Ötüken Neşriyat, bugün merhumun hem maddî hem de bilimsel mirasına sahip çıkmanın haklı gururunu yaşıyor. Elbette bu bilinçle hareket edildiğinde, Barkan’ın varislerinin maddî ve manevî hakları korunduğunda diğer eserlerin hazırlanması da mümkün olacaktır. Barkan’ın bir konu etrafında yoğunlaşan çalışmalarından başlayarak ardından hacimli eserlerini de yayınlamayı Ötüken Neşriyat, bir millî vecibe olarak peşinen kabullenmiş ve Neşriyat yönetimi bu konuda üzerine düşeni yapacağına teminat vermiştir. Bu minvalde, eğer varisleri de uygun görürlerse öncelikle Türk hukuk tarihi ile ilgili çalışmalarını bir araya getirmek düşüncesindeyiz. Üçüncü adım ise toprak meselesi ile ilgili makalelerinin yeniden değerlendirilmesi olacaktır.

#Ömer Lütfi Barkan
#Yahya Kemal Taştan
#Ötüken Neşriyat
3 yıl önce