|
Kendini kaybetmek

Telefonlarımızda, arabalarımızın medya teçhizatında bize gitmek istediğimiz yere götüren yol gösterici yazılımlar var. Kendimiz bir adres arayışı içine girmiyoruz, gideceğimiz yeri cihazlara söylüyoruz onlar bizi götürüyor. Gittikçe karmaşıklaşan şehir labirentlerinde işimizi kolaylaştıran bir teknolojik çözüm, bir imkan... Ancak her insan yapısı şeyde olduğu gibi bu cihazlarda da bazen işler karışıyor, değişkenlerin farklılaşması ile durumlar değişiyor ve kendimizi bu yazılımlara teslim ettiğimiz için kayboluyoruz. Ancak bu nihai bir kayboluş değil, elimizde bir adres olduğu sürece gecikmeli de olsa gideceğimiz yere bir şekilde ulaşıyoruz.

Hayatın içinde durum bundan biraz daha karmaşık, bugün pek çok insanın elinde bir adres yok. Bir çok insan kendini akışa bırakmış durumda. Bir çok insan esasen belli bir yere ulaşmaya da çalışmıyor. Ancak dışarıdan bir yerden birileri sürekli nereye gidilmesi gerektiğini adeta işitilmeyen frekanstan bir anonsla söyleyip duruyor. Hiç kimse adını koymasa da, akıntının götürdüğü yere gitmeye herkes bir şekilde razı olmuş gibi görünüyor. Hedefini kendimizin koymadığı yerlere doğru akıp gidiyor olmak bir tür bilinçsizlik, bir tür şuursuzluk hali sayılmaz mı peki? Bir nevi kaybolmuşluk değil mi bu?

“İnsan için önüne çıkan bütün yollar ‘yürünebilir’ yollar ise o insan artık kaybolmuştur. Kaybolmak nereye gideceğini bilememek, yani her yere gidebilmektir” diyor İsmet Özel, ‘Waldo Sen Neden Burada Değilsin?’ isimli kitabında.

Çocuklar sınav, büyükler mesai, orta yaşlılar emeklilik, yaşlılar daha çok yaşama derdinde. Hayat nerede peki? Sürekli hedefler koyup o hedefleri kovalamanın peşinde olanlar, hayatın kendisiyle nerede karşılaşıyor? Hayatın hangi anında neyi yaşıyor, şimdiki zamanlarının içine ne zaman gerçek hayattan bir şeyler koyabiliyorlar? Olması gerekene adadığımız vakitler, emekler, gayretler, heyecanlar, gerçekten orada olan ve gerçekten yaşayabileceğimiz nelerin üstünü örtüyor ve bizi onlardan mahrum kılıyor? İç içe yaşadığımız halde, hep uzaklara baktığımız için yerlerini bulamadığımız şeyler, biz kovaladıkça bizden kaçan uzak hedeflerimizden daha çok yakışmıyor mu bizim hayatımız olmaya? Daha gerçek değil mi onlar? Planlar, projeler, beklentiler, kariyerist hesaplar, standartları yükseltmek adına girdiğimiz uzun vadeli taahhütler... Bunlar hiçbir kesinliği olmayan, şimdiki zamanda gerçekliği bulunmayan afaki hedefler... Ve bizi şimdiki zamanı, yani gerçek ve yaşanabilir olanı yaşamaktan alıkoyuyor bu afaki hedefler... İnsanın elbette hayalleri olur, beklentileri, kendince hesapları olur. Ama elindeki hayatı feda edecek kadar çok mu? Her yeri kaplayacak ve bize kendi hayatımızı, şimdiki zamanımızı unutturacak kadar çok mu?

“İçimde kendi hayatımı yaşamadığım kanaati var. Daha samimi olayım ister misiniz? Bu yaşadığım hayat, o kadar benim değil ki herhangi bir saatimde birisi gelip de bana ‘Haydi kalk, sıran geldi, kendi kendin ol’ diye bağırsa sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi inanıp koşacağım. Bu his bende o kadar kuvvetli” diye yazmış hikayelerinden birinde Ahmet Hamdi Tanpınar.

Ömrünün büyük bir kısmını bir şeylerin peşinde koşarak geçirmiş insanlar, belli bir yaştan sonra bütün bunları niye yapmış olduklarını anlamlandırmakta zorluk çekiyor. Görünüşte hedeflerinin büyük bir kısmına erişmiş olsalar bile böyle bu... Çünkü sonraya ilişkin bir şeylerin peşinde koşmak kendi hayatından, öz zamanında koparıyor insanı. Evini, aslında hiç de ihtiyacı olmayan şeylerle dolduran bir kişi gibi yaşayacak bir yer bulamıyorlar kendilerine.

“İçinde gülümsediğimiz hiçbir fotoğrafımızın olmadığı bir albüm gibi bizim hayatlarımız” diye söylendi kendi kendine beyaz saçlı adam.

#İsmet Özel
#Ahmet Hamdi Tanpınar
2 yıl önce
Kendini kaybetmek
Bayraklı gangsterler!..
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından