|
İçimizdeki enkaz

Güneş her sabaha aynı ufuktan doğar. Onu “seviyorum” ya da “nefret ediyorum” diye karşılayan daima sensin.

Sanıyoruz ki içimizde nefreti uyandıran başkalarının yaptıkları şeyler, başkalarının söyledikleri sözlerdir. Hayır, bunlar sadece içimizde nefretin biriktiği o koca küpün kapağını açan şeylerdir. Sonra içimizdeki kin ve nefret oluk oluk dışımıza akar. Hayatın suyuna karışır ve onu bulandırır. Bu bulanıklıktan şikayet eder dururuz da, hayat suyuna çamurun nereden karıştığını hiç merak etmeyiz. Bu bulanıklığın içimizden dışımıza taştığını görmek istemeyiz. Oysa eskiler söylemiştir, keskin sirkenin küpünedir en çok zararı...

“Nefret ediyorsan, yenilmişsindir” diyor Konfüçyüs. Yenilgimizin farkında olmadığımızdan içimizde biriken öfke ve nefretin haklılığına dönük bahaneler üretiyoruz sürekli. Dünyada birçok kötülük var, evet. İmtihanın soruları da buradan çıkıyor zaten. İnsanlık imtihanını ciddiye alan bir insan için içindeki iyiliği ve sevme kabiliyetini kaybetmekten daha büyük bir yenilgi yok. Dünyada olan biten şeylerin içini nefretle doldurmasına izin veriyorsan, işgal güçlerine savunmakla yükümlü olduğun kalelerine kendi ellerinle açıyorsun demektir.

Bir felaket yaşandığında, acı bir olay meydana geldiğinde verdiğimiz tepkiler, bizim ne kadar insan olduğumuzun en kesin ölçüsünü ortaya koyar. İçindeki öfke, nefret ve kinin, yaşanan felaket ve acıya insanca bakamaz hale getirdiği kişiler belli ki içten içe çürümüştür. Acının kimin başına geldiğine göre vaziyet alanlar zaten birer insani enkaz halindedir. Felaket anında dahi sahip oldukları sözde değerlerle başkalarını dövmek için fırsat kollayanlar cehaletin askerleridir. Aynı acıya karşıt uçlardan aynı çiğ ve kokuşmuş tepkiyi verenler, bütün karşıtlarına rağmen aynı kişidirler. Başkalarına nefretlerinin kök uçlarında kendilerini sevememeleri sancısı yatar. Birinin bir diğerinden nefret etmesinin asıl sebebi, ona ayna olup sürekli kendi zayıflıklarını, kötü yanlarını yansıtmasıdır.

“Biz, aynı zincire vurulmuş, birbirinin yaşamını zehirleyen ve bunu bilmezlikten gelen iki prangalıydık; birbirimizden nefret ediyorduk” diyor ‘Kreutzer Sonat’ta Lev Nikolayeviç Tolstoy.

Öfkenin, nefretin, kinin, düşmanlığın, hasetin, kör karşıtlığın içimizde kol gezmesine mani olmadığımız, bunun farkına varamadığımız için sevme kabiliyetimizi de günden güne yitiriyoruz. Bu başkalarının bize yapabileceği bir şey değil, bunu insan ancak kendisine yapabilir. “Kendinden nefret edenin bir başkasını sevmesi olanaksızdır” diyor Carl Gustav Jung. Muhtemel ki öyle; kendimizle, kendi hakikatimizle barışık olamadığımız için başkalarıyla da bir muhabbet kuramıyoruz.

İnsan sevgisini, muhabbetini kaybettiğinde kalbindeki o kara leke büyüdükçe büyüyor. Nefret nefreti, öfke öfkeyi, kin kini çağırıyor, büyütüyor. Her sabaha nefret edecek bir şeyleri, öfkesini yöneltecek birilerini aramak üzere yanıyor bir çok insan.

“Sarılar beyazlardan tiksiniyor, beyazlar karalardan nefret ediyor ve böyle sürüp gidiyor. Bu nefretin propagandayla yaygınlaştırıldığını söyleyebilirsiniz. Peki, dostluk propagandası neden düşmanlık propagandasından daha az başarılı oluyor?” diye soruyor Bertrand Russell, ‘Mutlu Olma Sanatı’nda. Bu soru hepimize sorulmuş bir soru, çünkü bu çarkı hep beraber işletiyoruz.

“Başkalarında bulduğu eğriliklere bakıp kendi doğruluğundan vazgeçenin” dedi beyaz saçlı adam, “insanlığı zaten ödünç alınmıştır!”

#enkaz
3 yıl önce
İçimizdeki enkaz
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset