|
Gizlenen ayınlar gizlenmeyen mertekler

1996''nın ilk günleriydi. Karlı bir gündü. Sert bir rüzgâr kar taneciklerini memurların, işçileri, simitçilerin yüzüne çarpıyor; kimsesiz, yalın ayak çocuklar bacası tüten evlerin duvarlarına yaslanarak ısınmaya çalışırken (o zamanlar bankamatikler pek azdı), hâli vakti yerinde olanların kalın gocuklu çocukları servis minübüslerine binip okullarına gidiyordu.

Ocak ayının üçüydü. İsmet Özel, yine bu gazetede yazıyordu, ama o zamanki fotoğrafı daha bir fiyakalıydı; eli hafifçe çenesine değmiş, başı da azıcık yana eğilmiş, kıravatlı, neşeli bir gülümseyişle bakmaktaydı bize. Şimdiki fotoğrafında ise hin bir gülümseme var. Kıravatının olmadığından eminim.

İbrahim Kardeş de yine bu gazete de dil yazıları yazardı. Lakin fotoğrafı olmadığından tanıyanı bileni de yoktu.

İşte o soğuk kış günü yayımlanan yazısına İsmet Özel, uzunca bir cümle ile başlamıştı. Cümlenin kendisi kısa ve gramerce bozuktu; uzun olmasının ve bozukluğunun sebebi araya iki uzunca cümlenin girmiş olmasıydı. İsmet Özel bu iki cümlenin birincisinde mısra, cami gibi kelimelerin Arapça asılıllarında ayın olduğu için ünlüyle başlayan ek aldıklarında mısraın, camiin şeklinde; Grekolatin asıllı kelimelerin de Fransızca yahut İngilizce biçimleriyle değil dilimize uyduğu ölçüde Greklatin asıllarına göre (trajedi değil tragedya şeklinde) yazılmasını savunuyordu.

Bir hafta sonra İbrahim Kardeş, "İmlâ Dersi" başlıklı yazısında bu görüşlere temas etti. Yazının bütününden çıkan sonuç kelimelerin asıllarına göre yazılmasının bizi müşkil durumda bırakabileceği, meselâ "mesele" yerine "mes''ele", "aff" yerine "afv" yazmanın doğru olmayacağı şeklinde idi.

Ben de aynı İbrahim Kardeş gibi düşünüyordum. Bir yazı klavyeye almış, görüşlerimi sanal ortama dökmüştüm. Ne yazık ki, o yazımı kimse okuyamadı. "Sakla samanı gelir zamanı" diyerek sabit diskimin içine attım.

At ayağı çevik, ozan dili çabuk olur derler... Aradan çok zaman geçti (veya bana öyle geldi; az mı şey yaşadık şu dört yılda), çok şey değişti. En güzel değişmezliklerin biri de İsmet Özel ile İbrahim Kardeş''in yerlerinin değişmemesi oldu. Lâkin -İsmet Özel''i bilmiyorum ama- İbrahim Kardeş''in söz konusu kelimelerin yazımı konusundaki fikirleri değişti. Oysa ben, ta o zaman içimden sayın Kardeş''e taraftar olmuştum. Ben de mısra, mani, cami, mevzu gibi kelimelerin ünlüyle başlayan ek aldıklarında mısrası, camisi, mevzusu gibi yazılması gerektiğini düşünüyordum. 13 Temmuz 1999''a kadar onunla bu konuda hemfikir olduğumuz sanıyordum, o günkü yazısı beni tereddüte düşürdü (Bir uğursuzluk mu var bu 13''te?). "Dilcilerin Dili" isimli o yazıda İbrahim Bey, TDK İmlâ Kılavuzunda camii, mısraı yazılışları doğru gösterilirken bir başka dilcinin Türk Dili dergisinde buna karşı çıkışını bir tezat olarak değerlendiriyor, lâkin tarafını açıkça belli de etmiyordu. Daha sonra 7 Eylül 99''daki yazısında görüşlerini açıkça belli etti sayın Kardeş.

Bizi böyle yalın ayak, başı kabak, yani casvaclak, fikrimizle başbaşa bırakıp gitmek kardeşliğe sığar mı İbrahim Kardeş?!

Diyorsunuz ki, bu kelimelerin sonunda bir gizli ayın ünsüzü var!

On bir yıl süren bir orta öğretim sonunda ana dili Türkçe olan insanlara da/de''lerden hangisinin ek, hangisinin edat olduğunu; hangisinin bitişik, hangisinin ayrı yazılacağını bile öğretemeyen bizler mısra, cami, mevzu gibi kelimelerdeki o görünmeyen, gizli-saklı ayını nasıl öğretelim? Kekeç Ahmet ile Öke Mim Kemal Beyler dahi hami, mani, mecrâ kelimelerinden hangisi ayınla, hangisi ye ile ve hangisi elif-i maksûre ile biter bilemiyor yahut karıştırıyorsa gördüğü elifleri mertek sanan kara buduna bunları öğretmek için hangi usulü takip edelim?

Biz öğrencimize bunlarda saklı/gizli bir ünsüz var dersek, öğrenci de "Hocam, saklanan bir ünlüyse ne âlâ, ünsüzse ne gibi bir haber değeri olabilir ki?!" demez mi bize! "Hem sonda saklananı ifşa ediyorsunuz da, başta yahut ortada saklananı ifşa etmemek adaletin nasâfet kuralına yakışır mı? Yakışır mı bize gizlenmiş, saklanmışları açıklamak?!" demez mi?

Ya bu "ayın" dediğiniz ünsüzün kılık değiştirenlerini ne yapacağız, diye sorarlarsa? Yani talih yerine tali'', semah yerine sema'', matah yeri meta'' , zayıf yerine za''îf mi yazalım, deyiverirlerse?

Ben fikrimde sabitkademim. Bu kelimeleri nasıl söylüyorsak öyle yazalım derim. Ama yine de Türk Dil Kurumu''nun İmlâ Kılavuzuna uymaya devam edeceğim. Birlik ve bütünlüğümüzü bozmamak için.


٪d سنوات قبل
Gizlenen ayınlar gizlenmeyen mertekler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…