Bunu yapmasalar da Hitler'in ruhu Avrupa'da dolaşmayı sürdürüyor. Geçenlerde
manşetiyle çıkan Blick gazetesinin ülkesi İsviçre'de hafta sonu yapılan bir toplantı dikkati çekti. İsviçre Parlamentosu önünde 'Hayır' kampanyası için toplanan ve PKK, DHKP-C bayraklarıyla bezeli grubun ortasında, bir pankartta Cumhurbaşkanı'nın şakağına doğrultulmuş bir silah ve altında “Kill Erdoğan-Erdoğan'ı öldürün” yazısı vardı. Blick gazetesi 'Hayır' çağrısı yaparken İsviçre'nin 'dünyanın en özgür ülkesi' olduğunu iddia ediyordu. Atatürk yaşasaydı herhalde İsviçre'nin göbeğindeki bu görüntünün özgürlükle alakası olmadığını, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'na yönelik bu tehdidin ne anlama geldiğini bilirdi.
AP Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Elmar Brok da Avrupa'daki Türkleri 'Hayır' demeye çağırırken “
söyleyenler kervanına katıldı. Sanırsınız mevcut sistemle Türkiye'nin AB sürecini harika yürütmüşler de şimdi su koyveriyorlar. Bu tür tehditlere cevabı Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta sonu verdi ve
dedi. Yani bugüne kadar bürokratik vesayetin her tehdidine karşı sandığı gösteren ve açmazları millete sorarak çözmeyi seçen Erdoğan, AB ile yaşanan krizi de gerekirse milletin vereceği karara göre çözeceğini gösterdi. Demokrasi dediğiniz de bu değil miydi?
Batı cephesinde durum bu: 'Hayır' kampanyası korku, tehdit ve şantaj üzerinden yürütülüyor. Türkiye'de ise reklamlarda çocuklar kullanılıyor; kuyruklu yalanlar birbirini takip ediyor.
Anlaşılan
Adeta bir siyaset kalkanı yapılan reklam çocuklarına mı daha çok üzülsek, yoksa onları her an her dakika görüp etkilenen, kafası karıştırılan diğer çocuklara mı?
Çocukları cepheye koyunca arkalarına geçip kurusıkı sallamak daha kolay oluyor herhalde ki, CHP'nin kampanyasına sığdırdığı yalan sayısı da gitgide artıyor.
“Cumhurbaşkanı yeni sistemde bir gecede ülkeyi satabilir.”
“Muhtarların ömrü de kararnameye bağlı...”
“Cumhurbaşkanı isterse 100 yardımcı atayabilir.”
“Bakanlar kurulunu kaldırabilir. Bakanların olup olmayacağına Cumhurbaşkanı karar verir.”
“Bir kararname ile bizi içeri alabilirler.”
“Tek bir kişiye Meclis'i feshetme yetkisi veriliyor.”
“Bu değişiklik geçerse, bir kişiyi ikna ederseniz en geç 24 saat içinde Türkiye Cumhuriyeti'ni ele geçirirsiniz.”
“18 yaşında milletvekili olacaklar, sonra da 2 yılda emekli olacaklar.”
Bunlar sadece CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Anayasa değişikliği ile ilgili sarf ettiği absürt laflar.
: Kamuoyu önünde yalan yanlış bir şey söylüyor, o düzeltiliyor, ardından önceki rezalet hiç yaşanmamış gibi yeniden benzeri bir yalana imza atıyor, o da düzeltiliyor, ardından bunu tekrar yapıyor. Ve bu işi öyle bir yüz ifadesiyle yapıyor ki sanırsınız sonsuza kadar bu döngüyü devam ettirebilir.
Belki de, “
diyerek sıradan bir gaftan da öte, sistem değişikliğinin esaslarını anlamadığını ortaya koyan birinden fazlasını beklemek yanlış. Ana muhalefet partisi lideri olmuş, ancak sistem değişikliğinin mevcut düzende kuvvetler ayrılığı ilkesine tezat oluşturan bir şekilde, parçalanmış halde olan yürütme yetkisini bir yerde toplamaya yönelik olduğunu kavrayamamış.
Alıştığımız için gaflarına, hatalarına, yalanlarına reaksiyon göstermeye bile üşendiğimiz CHP lideri geçtiğimiz gece katıldığı bir televizyon yayınında da gördüğümüz üzere, sadece bir dakika içinde fikir değiştiren bir kişi:
Ve bunun gibi kendi içinde çelişki barındıran açıklamaları ardı ardına yapabiliyor.
İronik olansa, bu kez kampanyasını Erdoğan'ın şahsı üzerinden değil de sistemi tartışarak yapma kararı alan, Cumhurbaşkanı'na değil de sistem değişikliğinin kendisine karşı olduğunu iddia eden CHP liderinin,
sorusuna,
diye cevap vermesi. Yeni sistem hani o kadar tehlikeliydi, ülkeyi o kadar felakete sürüklüyordu, hani 'tek adam' düzeni getiriyordu? Kılıçdaroğlu'nun da yeni bir gafla ifade ettiği gibi, kendisi partisi aday gösterirse aday olabilir, orası kesin; ama millet onu Cumhurbaşkanı seçer mi işte orası imkansıza yakın.