|
İslâm dünyası ve tarihi eser kıyımı

Geçen yazımızda tarihi eserlerin tahribatı konusuna değinmiş bazı örnekler de sunmuştuk. Hem modernleşmenin tarihi eserlerin varlığına yönelik tehdidi hem de, bilinçli veya bilinçsiz kıyım, bu anlamda, inanılmaz sonuçlara yol açmaktadır.

İslâm dünyasının hemen her yerinde tarihi doku ile ilgili bir facia yaşanmaktadır. Bir kısım çevreler "Biz Müslümanlar, ümmet açısından tarih ve tarihi eserler niye bu kadar önemli olsun ki? Önemli olan Tevhidi akidenin yerleşmesi, Kur"ân"ın doğru anlaşılmasıdır. Tarihe takılıp kalmak Câhiliyye"nin ürünüdür" diye itiraz yöneltebilirler. İnanın, bunu söyleyenlerin hiçbiri söylediklerinde samimi bir çizgi sergileyememektedirler. İslam"ın, İmanın oluşturduğu kültür-medeniyet birikimi ve atmosferinden yoksun oldukları için sahtekarca böyle bir paravan tutum içerisindedirler. Oysa ki, yüzyıllar önce İslam hakimiyetinin, İslami hayat tarzının önde olduğu modernleşme öncesi dönemlerde şehir, kasaba ve yapılarının oluşmasında bir süreklilik söz konusuydu. Yıkılan ortadan kalkan eserlerin yerine aynı ruh ve medeniyet birikimini yansıtan eserler, yapılar ikâme edilebiliyordu. Kesinti söz konusu değildi. Müslümanların dünyadaki öncü ve önde olma rolünü kaybetmeleri, Batı Avrupa"nın yükselişi, Aydınlanma düşüncesi ve modernleşmenin İslam dünyasında da her alanda etkisini hissettirip artırması neticesinde bu bağlamdaki süreklilik de kesintiye uğradı. Bize ait olmayan kültür ve medeniyet unsurları, öncekinin yerini aldı. İşte tam da bu şekilde İslâm dünyasının hemen her yerinde tahribat ve kıyım yaşanmaktadır. Sadece, modernleşmenin kendi seyri olarak cereyan etmesinin ötesinde bilinçli bir kıyımın yaşandığı gözlemlenmektedir. Hicaz"dan Mağrib"e, Hint altkıtasına kadar aynı tarz kıyım sözkonusudur. Mısır"da Nasır döneminde başlayıp, Hüsnü Mübarek döneminde de süregelen tarihi eser tahribatı sadece Eski Kahire gözönüne alındığında rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Suriye"de de Baas rejiminin bilinçli yıkımları görülebilmektedir. Bu ülkelerde tarihi eserlerin restorasyonları da ayrı bir tahribatı barındırmaktadır. Bundan birkaç yıl önce Kahire"de İmam Eş-şafiî külliyesindeki ve Şâm-ı Şerif"te Şeyh Muhyiddin El-Arabî Külliyesindeki restorasyon denemeleri bu tarz kötü restorasyonların son iki örneğidir. Orta Asya Ve Maveraünnehr"deki Türk-İslâm eserlerine yönelik Sovyet dönemi yıkım ve tahribatı ise başlıbaşına bir makale konusudur.

Bu Türkiye ve Türkiye"nin İmparatorluk dönemindeki Hinterland"ta da süregelmektedir. Türkiye"de İstanbul"u Edirne"yi, Trakya şehirlerini, Bursa"yı ele aldığımızda vahim sonuçlarla karşılaşmaktayız. Edirne"de Selimiye, Eski Cami gibi anıtsal değeri haiz bir kısım yapılar dışında büyük bir tahribatın yaşandığı görülmektedir. Özellikle Tarihi mezarlıklara yönelik Vandalizm derecesinde bir kıyım sergilenmektedir. "Tuna boylarından Edirne"ye kadar Osmanlı"nın bakiyesi olarak sırf Müslüman oldukları için terk-i vatan etmek zorunda kalan unsurların, terk etmek zorunda kaldıkları memleketlerdekine benzer şekilde, bir şehirde nasıl bu kadar İslam eserlerine yönelik böylesine bir tahribat ve kıyımı sergileyebiliyorlar?" diye sormadan edemiyoruz. Resmi ideoloji"nin o dönemdeki totaliter diğer ideolojilere benzer şekilde bir köksüzleştirme, eski ve geri dediği İslami unsurlara yönelik radikal/acımasız tutumuna bu kadar entegre olunmalı mıydı?

Ege ve Akdeniz bölgesinde ise, İzmir"in yanısıra, Manisa, Kula, Birgi, Bergama, Akhisar,Gördes, Fethiye, Alanya, Silifke, Tarsus gibi önemli tarihi merkezlerde de benzeri sorunlar yaşanmakta, bu tarihi merkezlere turizmin ötesinde bir ehemmiyet atfedilmemektedir. Esasen Türkiye"nin tüm tarihi bölgelerine, tüm tarihi dokusuna yönelik Ankara"nın, turizm temelli ve amaçlı bir politikanın ötesinde bir uygulamayı henüz serdetmediği görülmüştür. Son yıllarda artan restorasyonlarda ise, özellikle Evkâf Umum Müdürlüğü restorasyonlarında, sağlıklı bir restorasyon uygulamasıı gözlemlenememektedir. Evkâf Umum Müdürlüğü"nün İstanbul"daki, zamanında ortadan kalkmış olan, tarihi cami ve zaviyelerin arsalarına yönelik son dönemdeki farklı yaklaşım ve uygulamaları kabul edilebilir durumda değildir.

Doğu ve Güney Doğuda, Kürt bölgelerinde ise son 30 yılda tarih ve tarihi eserlere yönelik tahribat zirveye ulaşmıştır. En büyük tahribat da Diyarbakır, Bitlis, Silvan, Cizre, Sason, Ahlat, Adilcevaz, Malazgirt, Hasankeyf, Hoşap, Hakkari gibi önemli tarihi merkezlerde yaşanmaktadır. Kürt-İslâm beyliklerine ait sivil mimarlık örneği taş yapılar, zaviyeler, dergâhlar yıkılıp çok büyük oranda yerini beton ve briket yapılara bırakmış durumdadır. Bu anlamda korumacı hiçbir uygulama sözkonusu değildir. Anılan merkezlerde Ulemâ-meşâyih türbe ve mezarları birbir ortadan kalkmakta, bunlara ve Kürt bey sülalelerine ait mezar taşları yoğun bir tahribata maruz kalmaktadır. Hakkari Şemdinli"nin Nehri (Bağlar) köyündeki Seyyid Taha El-Hekkari"nin dergah binasının sökülen taşlarının ağıl yapımında kullanılması, oradaki mezar taşlarıyla, Hakkari merkezde Abbasi sülalesine mensup, Hakkari/İrisan Kürt beylerine ait mezarların definecilerce tahribi bunun bariz örnekleridir.

Sadece bu merkezlerde değil, Irak"ın Kürt bölgesi başta olmak üzere tüm Irak"ta da aynı durum yaşanmaktadır. Basra, Bağdat, Kerbela, Necef, Diyale, Samarra, Felluce, Hanekin, Erbil, Süleymaniye, Dohuk gibi merkezlerde İslam tarih eserleri yok bahasına yağmalanmaktadır. Doğu ve Güneydoğu şehirlerimizle Irak Kürdistanı"nda çok yaygın bir tarihi eser kaçakçılığı yaşanmakta, taşınabilir Kürt-İslâm tarihine ilişkin eserlerin büyük çoğunluğu batı ülkelerine gitmektedir. Özellikle bundan en fazla nasibini alan da Kürt-İslâm yazma eserleridir. Hele, Irak Kürt bölgesinde Kemalizmi takliden gelişmekte olan Jakoben laiklik/sekülarizm, tarihi eser kıyım ve yağmasını neredeyse teşvik eder niteliktedir.

11 yıl önce
İslâm dünyası ve tarihi eser kıyımı
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak