|
Mehmet’ten vatana mektup

Cevaptan soru olur mu? Olur, bal gibi olur hem de.

Tankın üzerinde son hazırlıklarını yapan bir yiğit adama üç soru sorarlar mesela, o da cevap verir samimiyetle. O cevaplar üç büyük sorudur aslında. Geride kalan milletin kalbine bir vasiyet gibi emanet edilmiş üç büyük soru:

İstikamet neresi? Kızıl Elma!

Peki Kızıl Elma neresi?

Yüksekçe bir tepeye çıkın, elinizi alnınıza götürüp uzaklara bakın, görebildiğiniz en son nokta ufuk çizgisidir. İmkân olsa oraya varsanız ve aynı işlemi tekrar edip uzaklara baksanız göreceğiniz yeni nokta bu kez başka bir yerdir ama adı yine ufuk çizgisidir. Tıpkı nazlı bir sevgili gibi... Uzaktan davetkâr bakışlarla size gel der, yanına vardığınızda ise alıp başını gider uzaklara. Onun peşi sıra koşmakla ayaklarınız güçlenir ve kalbiniz… Kavuşamamakla şevkiniz artar, umut etmekle hayatta kalırsınız, hayal etmekle yorgunluğu unutursunuz. Bir de bakmışsınız ki varlık sebebiniz ona kavuşmak olmuş; yaşamak onun içindir artık, onun için ölmek yaşamaktan evlâ!

Siz o yüksek tepede gözlerinizi ufka dikmiş beklerken yanınıza birisi yaklaşsa ve sorsa: Türk kimdir? Bin ayrı cümleyle cevap verseniz fakat bu cümlelerinizin hiçbirinde “i’lay-ı kelimetullah” ve “nizam-ı âlem” geçmese cevabınız eksik kalır. Oysa bir tek cümleyle deseniz ki:
İçinde “i’lay-ı kelimetullah” ve “nizam-ı âlem” ifadesi geçmeyen bir cümleyle kim olduğunu tarif edemeyeceğiniz kimseye Türk denir.
Tamamdır!
Kızıl Elma, Türk’ün “i’lay-ı kelimetullah” ve “nizam-ı âlem” derdiyle ardına düştüğü ufuk çizgisidir, nazlı sevgilisidir. Din-i mübin-i İslam’ın adalet ve muhabbetini biz bu sevda ile taşıdık asırlar boyunca, üç kıta yedi denize.
Kayı Obası’nda toprağa düşen tohumun güneşe ilk merhabasıdır, Kosova Ovası’nda göğe açılan mahzun ellerimizdir, İstanbul’un surları önünde çelikten kavi irademizdir, Sina Çölü’ndeki yürüyüşümüzle Harameyn-i Şerifeyn’e hâdim oluşumuzu muştulayan asalettir, Mohaç Meydanı’nda kılıçlarımızın zikir meclislerini kıskandıran şakırtısıdır Kızıl Elma.

İki asrı aşkın zamandan sonra Mehmetçiğin dudağından işitip ne olduğunu tarif etmekle bitecek bir iş değildir. Ne oldu da unuttuk Kızıl Elma’yı? Unutunca ne oldu, hatırlamazsak ne olur, nasıl hatırlayacağız? Başka cevaplar ister ve başka sorular... Sorular en çok cevaplardan doğar çünkü.

Ailene bir mesaj gönder? Beklemesinler.

Kalbimize emanet edilen ikinci büyük soru burada saklı: Niçin beklemesinler?

Yahu Mehmet’im, desene merak etmesinler, tez zamanda bu işi halledip döneceğiz desene. Ama hayır, beklemesinler diyor. İstikametini Kızıl Elma diye tarif edenler, arkada bekleyenleri oldukça ileriye gidemeyeceklerini bilirler çünkü. Bekleyenin varsa aklın arkada kalır, oysa seni bekleyenler ileridedir, ufuk çizgisinde… Nazlı bir sevgilinin diyarında bekleyenlerin vardır dahası. Seni bir Musa Özalkan bekliyordur, Türkmen balaların derdiyle şehadetini taçlandıran... Gözünü kırpmadan döktüğü öz alkanını bir asa eyleyerek hak ve batılı ikiye ayıran yiğit bir Musa bekliyordur seni, arkadakiler beklemesinler. Oğuz soylu bir yiğit bekliyordur seni, kaan ruhlu bir kahraman, hayatın acemisi ölümün ustası bir yiğit bekliyordur seni, arkadakiler beklemesinler. Seni bir Mehmet bekliyordur ileride, arkadakiler beklemesinler! Bu dağlarda bir muradımız var madem, bir Mehmet burada düştü toprağa, Murat Dağı olsun buranın adı bundan gayrı ama söyle arkadakilere, beklemesinler.

Bekleyenimiz var diye diye yoldan kaldık hep. Ölümü hayattan çok seven bir milletken hayat götürdük gittiğimiz her iklime. Ne zaman ki beklemeye başladık gidenleri, ne zaman ki ufka giderken bizi bekleyenleri aklımızda götürdük, işte o zaman hayatı ölüme tercih etmeye başladık.
Bekleyenimiz yokken hayat götürdük gittiğimiz yere; beklendiğimizi bilince gittiğimiz her yer bize ölüm getirdi.

Bunları düşünmüyor beklemesinler derken tankın üstündeki Mehmet Kuzu. Hazırlık yapıyor bir yandan, adını Kızıl Elma koysa da bir meçhule hazırlık... Böylesi anlarda akıl ne cevap vermesi gerektiğini düşünmez, düşünemez ama kalp kendinde saklı cevabı döküverir dudaklardan. Yalan yok, riya yok, gösteriş yoktur bir tankın üzerinde şehadet için hazırlık yaparken. Neyse odur her şey o anda.

Türkiye’ye bir mesajın var mı? Bu vatanı bölemezler!

Bu cevap soruların en büyüğünü bir ok gibi saplıyor kalbimize: Biz ne yapmalıyız ki bu vatanı bölemesinler?

İlginç değil mi sizce de? Muhabir Afrin’e bir mesajın var mı dese yahut Amerika’ya, askerimiz de; “Bu vatanı bölemezler” diye cevap verse tamam olacak ama Türkiye’ye dönüyor ve diyor ki: Bu vatanı bölemezler. Neden? Kendisi giderken geride kalanlara teselli veriyor sanki. Müsterih olun biz varken bu vatanı bölemezler, diyor. Bu vatanı bölemeyecekler çünkü biz varız diyor.

Yörük teyzeye; aman diyor “Tank sesi duydum diye tansiyonun çıkmasın, duaya devam et, selamını bir rokete sarıp sarmalar iletiriz Afrin’e, rahat ol, biz varız.” Kilis’te evine düşen roketi umursamayıp; “Mehmetçiğin kılına zarar gelmesin yeter ki, benim evim havaya uçsa da bir şey olmaz” diyen nineye; “Evine bir şey olmayacak anne çünkü biz varız” diyor. Konvoyu durdurup helalleşenlere, her sabah namazı sonrası yedi Ayet-el Kürsi’yi okuyup Kızıl Elma’ya doğru üfleyen dedelere; “Bu vatanı bölemeyecekler çünkü biz varız” diyor.
Vatan uğruna yok olmayı göze alacak kadar varız biz çünkü Allah var
diyor.
Amerika’ya yahut Efrin Efrin diye barış havariliğine soyunan terörist sevicilere değil de bize dönüp “Bu vatanı bölemezler” deyişinde başka bir mana daha var sanki. Sadece bizim müsterih olmamız için söylenmiş bir söz değil bu, bilakis biz huzursuz olalım diye söylenmiş, yakıcı bir murâkabe daveti.
Sadece “Rahat ol bölemeyecekler” tesellisi değil; aynı zamanda “bölmek istiyorlar, rahatsız ol!” ihtarı.

Biz vatan için rahatı terk edip Kızıl Elma yollarına düştük diyor Mehmet, siz de beklemeyin öyle, beklemekten başka bir şeyler yapın.

Uykunuzu bölün dua edin, işinizi tam, doğru ve güzelce yapın, kim olduğunuzu hatırlayın, okulunuzu iş ve diploma derdiyle okumayın, çocuğunuzu vatan millet sevdasıyla yetiştirin, omzunuzdaki yükün farkına varın, yüzlerini size dönmüş mazlumların hakkını gözetin, emanetlerimize sahip çıkın, vatanı canınızdan aziz ve bayrağı namusunuzdan öte bilin.

Canı biz veririz diyor Mehmetler, siz canımızdan aziz bildiklerimize halel getirmemek için yaşayın yeter ki!

#Türkiye
#TSK
#Afrin
6 yıl önce
Mehmet’ten vatana mektup
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset