|
Ramazan’da toplu idam, nasıl bir seviye testidir?

Körfez’de Arapça yayınlanan yazılarımın düzenli takipçilerinden birisinden şöyle bir mesaj aldım:

“Türkiye ve Mısır arasındaki yakınlaşma adı altındaki gelişmeleri büyük bir memnuniyetle ve heyecanla takip ediyoruz. Bu gelişmelerin İslam dünyasına hayırlı olacağını umuyoruz. En azından İslam dünyasında insan hakkı ihlallerinin azalması noktasında ortak değerlerin geliştirilmesine de katkısı olacağını düşünüyorduk. Ancak şu Ramazan gününde
Mısır’da 17 kişinin darbe esnasında meydana gelen hadiselerden sorumlu tutularak idam edilmeleri
bizi çok üzmüştür. Üstelik aralarında yaşları 70’in hatta 80’in üstünde olan, Kur’an hafızları var. Türkiye ile yakınlaşmanın gündemde olduğu böyle bir dönemde hem de bir Ramazan günü bu kadar sayıda insanın topluca idamı dünyanın en az gelişmiş ülkelerinde bile olmuyor.
Türkiye’nin bu konudaki hassasiyetini bildiği için Mısır bu yakınlaşmada
Türkiye’yi test etmek için mi böyle yapıyor?
İdamlar hem zaten darbenin olağanüstü şartları dolayısıyla haksız hem de Mısır’ın idam teamüllerine bile aykırı. Çünkü hem Ramazan’da idam olmaz hem de 70 yaşın üstündekiler idam edilmez. Bu teamüller hiçe sayılmıştır.
Adeta rejim, hak ihlali konusunda bir seviyeyi daha böylece test etmiştir.
Buna karşılık, şu anda İslam dünyasındaki tonlarca insan hakkı ihlallerine karşı bütün Müslümanların tek umudu olarak kalmış olan Türkiye, Mısır’da yaşanan bu katliam gibi haksız idamları bu yakınlaşma uğruna onaylayacak duruma mı gelmiş oldu? Türkiye’yi bu haksızlıklara karşı susmaya zorlayan bir şey mi var?”
Aslında bu tarz çok mesajlar, sorular hatta yorumlar geldi. Kendilerine de söylediğimi burada tekrar etmekte fayda var.
Her zaman söylediğimiz şey, İslam dünyası ne yazık ki bugün insan hakkı ihlallerinden en çok mustarip olan dünya.
Müslümanları bugün kendi ülkelerinde Yahudiler, Hıristiyanlar veya gayr-ı Müslimler ezmiyor, onlar zulmetmiyor. Asıl büyük zulüm Müslüman görünümlü idarecilerden bizzat kendi halklarına karşı yapılanlar.
Bugün Müslüman dünyada Müslüman kanı sudan ucuz. Müslümanın canının hiçbir kıymeti yok. Müslümanların malları tamamen siyasi mülahazalarla çok kolay müsadere edilebiliyo
r.
Müslümanın ifade, seyahat, din ve vicdan özgürlüğü çok kolay ve en keyfi şekillerde kısıtlanabiliyor. İnsan onurunun hiçbir kıymeti yok.
Müslüman ülkelerin zindanları İslâm âlimleriyle, düşünürleriyle dolu. Toplumun en hayırlı insanları kendi ülkelerinin zindanlarında en kötü muamelelere maruz bırakılmak üzere keyfi bir biçimde hapiste tutuluyor.
Kul hakkı, insan hakları konusunda tarihin en ilerici, en muhteşem modelini ortaya koymuş olan İslâm’ın ilkelerinden, ruhundan eser yok İslâm dünyasında. Hiç kuşkusuz bu hepimizin en önemli sorunu.
Türkiye bu konuda bütün İslâm ülkeleri ile bu sorunun tespiti ve tedavisinde bir farkındalık ve işbirliği oluşturmak konusunda bir çaba içinde oldu hep.
Ne yazık ki şiddetle ihtiyaç duyduğumuz bu konudaki çabaları İslâm ülkeleri kendi içişlerine müdahale olarak görüyor.
Asıl sorun da burada başlıyor.
Oysa Türkiye kendi ülkesinde cereyan eden insan hakkı ihlalleri ile ilgili hiçbir samimi iddiayı bir müdahale olarak görmüyor.
Hatta insan hakları örgütlerinin Türkiye içindeki iddialarını araştırmak için kendisini gönüllü olarak denetime açmış durumdadır. İnsan hakları söyleminin bazı kötü niyetli kullanımlarının da elbette farkında olarak ve buna karşı da kendi iddialarını elbette ortaya koyarak. Ancak insan haklarıyla ilgili hassasiyetlerin evrensel bir konu olması gerekiyor. Ülkemde istediğimi öldürür, istediğimi hapseder, istediğime istediğimi yaparım diyemez kimse.
Ne yazık ki, bu noktada iddialı olduğunu söyleyen Batı ülkelerinin hassasiyetleri çok seçici ve samimiyetsiz olabiliyor.
Bu seçicilikleriyle insan hakları söylemini bazı ülkeler üzerinde bir baskı ve şantaj araca olarak kullanabiliyorlar. Ancak bu suiistimaller dahi, bu iddianın yanlış olduğunu göstermiyor.
Mısır’daki idamların Türkiye-Mısır ilişkileriyle alakasına gelince.
Öncelikle tekrarlamak gerekir ki, iki ülke arasında son zamanlarda
yaşanan yakınlaşma, her konuda anlaşmalarını gerektiren bir yakınlaşma değildir. Kapsamı şimdilik sınırlı olan bir konudur.
İleride gerçekten de insan hakları konusundaki hassasiyetleri de kapsayan bir alana kadar genişletilmesi umulabilir belki. Ancak şu an için kapsam sınırlıdır.
Bu kapsamın içinde Türkiye’nin kendi ilkelerinden ve insan haklarıyla ilgili hassasiyetlerinden ve duruşundan vazgeçmek asla yoktur.
Bu konuda tabi olduğu ilkeler gereği uyguladığı siyasetler Mısır devletinin aleyhine değildir zaten. Uzun vadede bütün İslam dünyasında bir insan hakları standardı geliştirilmesi yönünde Türkiye’nin bir arzusu, bir arayışı ve çabası olacaktır.
Bu daha güçlü bir İslam dünyası, daha güçlü bir Mısır ve daha güçlü bir Türkiye için elzemdir.
Bugün ülkesinde sanıklara hiçbir savunma hakkı verilmeksizin, yarım yamalak ve göstermelik yargılamalarla
topluca idam cezalarının verilip uygulanabildiği bir ülke görünümü güçlü bir ülke görünümü değildir.
Hele bir “İslam ülkesi” görüntüsü hiç değildir. Bu uygulamalar bir ülkenin iç barışını-huzurunu bozar, gücünü tüketir, gövdesini yer bitirir. Biz Mısır için elbette her zaman en hayırlı olanı istiyoruz. Devletinin milletiyle barışmasını, böylece daha güçlü, daha huzurlu, daha gelişmiş bir ülke olmasını istiyoruz.

Ancak bir Ramazan günü aralarında Kur’an hafızı seksen yaşın üstündeki bir insanın da bulunduğu 17 kişinin idam edilmesi çok üzücü olmuştur. Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Mısır’ın ciddi bir toplumsal barışa ihtiyacı var bugün. Bunu temin etmek için adım atması gereken hükümettir, devlettir.

Toplu idam, bu çağda bir yönetim için en ilkel görüntüdür.
22 Firavun mezarının nakil merasimini bütün dünyaya olağanüstü ihtişam ile sergileyen Mısır gibi bir ülkeye bunu şahsen yakıştıramıyorum ve bunu Mısır için hiç de hayırlı görmüyorum. Allah sonunu hayr etsin.
#Mısır
#İdam
#Türkiye
#Ramazan
#Müslüman
3 yıl önce
Ramazan’da toplu idam, nasıl bir seviye testidir?
Kara dinlilerle milletin savaşı
İntizar!
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm