Meclis çatısı altında 4+4+4 yeni eğitim modeli teklifinin görüşüldüğü komisyon toplantısını izliyorum… Ülkenin yarınlarını kuracak çocuklarımızla ilgili karar alacak komisyon çalışma odası CHP'lilerin baskınına uğruyor. Basınla birlikte odaya giren CHP'liler toplantıyı sabote et-meye, geçersiz kılmaya çalışıyorlar. Bununla da yetinmeyip çeyrek kiloluk metal seloteyp gibi cisimleri Komisyon Başkanı Prof. Nabi Avcı'nın başına fırlatıyorlar. İletişim konusundaki eserleriyle bildiğimiz Prof. Nabi Avcı, sözlü ve fiziki saldırılar karşısında büyük bir sabır sınavı veriyor ve metanetini koruyarak toplantı gündemini işletiyor. Fakat CHP'liler fiziki ve fiili güç kullanarak mekanı demokratik bir alan olmaktan çıkarıyorlar, yeni bir demokrasi tarzı sergiliyorlar. Benzerini Meclis Genel Kurulu kürsüsünü kapatarak yapmışlardı. Her iki olayda da azınlığın çoğunluğu fiziki güçle engellediği bir durum sergileniyor ki bunun neresi demokrasi?
Demokratik sınırları zorlayan, hatta aşan bütün bu yaklaşımları her şeye rağmen 'Muhalefet muhalefetliğini yapıyor' diye yorumlayamaya çalışıyorum. Keşke eğitim daha önceden 8 yıldan 12 yıla çıkarılsaydı da bu eğitimden nasipsiz sahneleri izlemek durumunda kalmasaydık. Bu sahneler bile eğitim süresinin 4 yıl daha uzatılmasının zorunluluğunu gözler önüne seriyor. Fakat onlar, 8 yıllık zorunlu eğitime 4 yıl daha ilaveyi öngören '4+4+4 sistemine karşı durarak bu hallerini sürdürmek ister gibiler.
Daha fazla eğitime karşı durmak, buna hayır demek akıl kârı gözükmüyor. Muhalefeti anlıyoruz da reel sektör adına konuşan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) tavrına ne demeli? TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, kız çocuklarının okula gidemeyeceklerini, eğitimlerinin engelleneceğini belirterek düzenle-meye karşı çıkıyor. Fakat düzenlemede kız-erkek diye bir ayrım öngörülmüyor ki! Dolayısıyla bu karşı çıkış gerekçesi bize inandırıcı gelmiyor. Çünkü yaklaşık 30 yıldır bu ülkede başörtülü kızların üniversiteye girmesine engel çıkarıldı ve TÜSİAD onların eğitiminin önünü açacak tavır almadı. Eğitimi engellenen ve ayrımcılığa uğrayan o kızlar, Viyana surlarını da aşıp Avrupa'da, dünyanın farklı coğrafyalarında üniversite okudular. Özellikle yabancı dil özürlü ülkemize en az iki dünya dili öğrenmiş olarak döndüler.
'O zamanlar TÜSİAD'ı erkekler yöneti-yordu, şimdi başında bir bayan var, durum farklı' diyenleri duyar gibiyiz. Haksız da sayılmayabilirler. Nitekim Ümit Boyner bir söyleşisinde, “Türkiye'de herkesin eşit eğitim hakkı olmalıdır. Türban yasağı, 18 yaşını geçmiş bir genç kadının, kıyafeti yüzünden eğitim hakkından mahrum kalması kabul edilebilir bir şey değildir” çıkışı yapmıştı. Açıkçası bizleri de heyecanlandırmıştı. Türkiye'de normalleşen demokratik ortamın gereği olarak fiilen üniversitelere kızlarımız artık diledikleri gibi giriyorlar, rejimi yıkmadan okuyorlar. Yurtdışında eğitimini tamamlayanlar vatanlarına dönüyorlar. Ancak sadece okumakla da iş bitmiyor. Her insan gibi onlar da çalışmak, kariyer yapmak istiyorlar. Fakat iş aşamasında da ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Ben de bir işverenim ve iş yerimde Türkiye'nin gerçeğini yansıtan bir biçimde hem erkek hem de kadın, hem başı açık hem de kapalı bayan istihdam ediyorum. Aynı çeşitlilik 'Muhafazakar' diye tanımlanan işadamlarının şirketlerinde de var. Hatta benzer durum cemaat şirketlerinde de geçerli. Peki aynı şeyi TÜSİAD için söylemek mümkün mü? Bunun için TÜSİAD ve üyeleriyle ilgili olarak şunları merak ediyorum:
Bu sorulara cevapların olumlu olmasını isteriz. İyi niyetimizle bu cevapları bekleyeceğiz. Cevapların olumlu olması halinde biz de duygu ve düşüncelerimizi yeniden gözden geçireceğiz. Peki ya olumsuzsa ne yapacağız? O zaman da bu durumu kadın ve kızların istismarı olarak değerlendireceğiz. Çünkü bir şeyi ya istersiniz ya da istemezsiniz. İstediğiniz şeyi yapmak için mazeret üretmez, çözüm yolları geliştirirsiniz. 'Kızlar okusun, iş hayatında kadınlara pozitif davranılsın' deyip de sonradan da onları giyim kuşamlarıyla ayrımcılığa tâbi tutmak samimi ve tutarlı bir davranış değildir. Başörtülü kadına istihdam imkânı tanımayan kişi ve kurumlar başörtülü tüketicilere de kapılarını kapatsınlar o zaman… Başörtülü tüketici olduğunda iyi de üretici-yönetici olduğunda mı sakıncalı? Bu, ayrımcılığın da ötesinde düpedüz kadını bir kaynak olarak görmektir. Oysa kadın kaynak değil, kıymettir, değerdir. Onun kaynak olarak kullanılmasına izin vermemeliyiz.