|
Bingöl’de sinema ve üniversite
Bu ayın başında Siirt’te
Baran Mayda
’nın başkanı olduğu Anadolu Kültür ve Sanat Meclisi Derneği düzenlenen 4. Uluslararası Kısa Film Festivali maratonunun ikinci etabı için
Bingöl’deyiz
. İlki Aralık 2017 tarihinde gerçekleşen
Bingöl Uluslararası Kısa Film Festivali
nin bu yıl üçüncüsü düzenlendi.
Siirt’teki gibi bu festivale de Türkiye’nin yanısıra farklı ülkeden 245 film katıldı, bunların 110’u yabancı filmler oluşturuyordu ki, ipi yine İranlı yönetmenler göğüsledi. Siirt Film Festivali dolayısıyla
Kısa Filmin Nispeten Uzun Hikayesi
ni kısa süre önce yazmıştım. Bingöl’de de bu hikâyeye yine üniversite öğrencileri ve halk ile sanatçıların 5 gün süren coşkulu buluşması, atelye çalışmaları, seminerler, gösteriler ve söyleşileri ekleyebiliriz.
Benim için daha da fazladan üniversitenin, ama sadece Bingöl Üniversitesinin değil, bölgedeki birçok üniversitenin gelişimine dair yeni bir aşamayı gözlemlemiş ve çok sevindirici, heyecanlandırıcı gelişmeleri kaydetmiş olmak
festivali festival kılan, tamamlayan bir tecrübe oldu.
Türkiye’de üniversitelerin ülkenin gelişimine katkısına dair sosyolojik çalışmalara imza atmış bir akademisyen olarak Türkiye’deki üniversitelerin gelişimini başından beri yakından izliyorum.
Diyebilirim ki, bugün özellikle Doğu’da gördüğüm akademi ve şehir, sanayi, halk kültürü, edebiyatı ve sorunlarının buluşmasına dair üniversite manzaraları yıllar önce hayal ettiğimin çok ötesinde.
ESKİ TÜRKİYE’DE ÜNİVERSİTELEŞMEYE KARŞI DİRENÇ NEDENDİ?
Türkiye’nin modernleşmesinde üniversitenin anahtar bir rol oynaması teorik olarak hep kabul edilirken pratikte üniversiteleşmeye karşı anlaşılmaz bir direnç olmuştur.
Bu direncin bir kısmı belki ekonomik yetersizlikten olmuştur, ama çok daha önemli bir kısmı da elit tabakanın yönetimi veya kontrolüyle ilgili olduğu da açıktır. Üniversite tahsili elit üretiminin en önemli kaynağı neticede ve bu kaynağın kontrolsüz bir biçimde artırılması
toplumdaki elit üretimini de kontrolsüz hale getirip iktidarı elden götüren bir mekanizmaya dönüşebilirdi.
Üniversitelere kimin girip kimin giremeyeceğini belirlemeye dönük
katsayı
uygulamaları,
başörtüsü yasağı,
üniversitelerin veya bölümlerin nereye açılacağına dair sıkı
denetimler hep bu korkuyla ilgiliydi.
Ancak kuşkusuz başa dönersek
önemli bir kısmı ekonomik kaynakların kıtlığıyla
da ilgiliydi.
Özelde üniversiteleşmeye, genelde eğitime tahsis edilebilen kaynaklar kıt idi.
Bu konuda 2002 yılından itibaren alınan mesafeye bakıldığında kaynak tahsislerinde nasıl bir tercih yapıldığı da insaf ölçüsünde görülmüş olur.
2002 yılında 76 olan üniversite sayısı bugün 207’ye ulaşmış durumda ve her ilde en az bir üniversite bulunmaktadır. Özellikle doğuda açılan üniversitelere dair ciddi bir imkânsızlık, zorluk eleştirisi yapılıyordu.
Ancak zaten kimse bu işin kolay olduğunu söylemiyordu. İş gerçekten zordu ve bugün karşılaştığımız manzara karşısında bu zorluğun nasıl büyük bir fedakarlıkla aşılmış olduğu görülüyor.
Her ilde sadece tabela üniversitesi kurulmuş değil, artık şehrin en güzel, en estetik, yemyeşil orman içinde binaların yükseldiği kampüsleriyle üniversiteler hayli mesafe almış durumda.
Bingöl’
e gelirken
Muş Alparslan Üniversitesi’
ne uğradım.
Rektör Prof. Fethi Ahmet’
in, onun öncesinde
Prof. Dr. Nihat İnanç
’ın üniversiteyi geliştirme konusunda nereden başladıklarını çok net hatırlıyorum ve bugün üniversitenin geldiği noktayı da görüyorum.
ANADOLU ÜNİVERSİTELERİNDE YENİ BİR EVREDEYİZ
Bingöl Üniversitesi
10 fakültesi, 5 enstitüsü, birçok araştırma ve uygulama merkeziyle dört başı mamur bir üniversite haline gelmişken, üniversite kampüsü, harika kütüphanesi, sosyal mekanları ve yeşil alanlarıyla yaşam konforunun giderek üst düzeylere tırmandığı muhteşem bir güzelliğe kavuşmuş.
Kurulan fakülte veya bölümlerde hoca sıkıntısını artık hiç yaşamadıklarını anlatan
Rektör Prof. İbrahim Çapak
aslında bu vesileyle 2007 yılından itibaren Anadolu şehirlerinde kurulan Üniversitelerin yeni bir aşamaya gelmiş olduğunu resmediyor.
İlk başlarda kurulan bu üniversitelerin karşılaşabileceği en önemli zorluğun öğretim elemanı sıkıntısı olacağı düşünülüyordu ki başta bu sıkıntı gerçekten vardı. Oysa bugün bu üniversitelerin hiçbirinde neredeyse öğretim elemanı sıkıntı yok denecek kadar az bir seviyeye inmiş durumda.
Hemen her alanda istenen sayıda öğretim elemanı temin edilmiş durumda. Üstelik bu öğretim elemanları kalite olarak da hiç de merkez üniversitelerin gerisinde kalmıyor. Mesela Bingöl Üniversitesi geçtiğimiz yıl URAP (Uluslararası Akademik Performans Ölçeği) sıralamasında 95 Devlet üniversitesi arasında 27. Sıradan 16. Sıraya yükselmiş. Aynı performans öğretim üyelerinin
Web of Science
indeksli yayınlarında da görülmekte. Bu performans yükselişini Siirt Üniversitesi de daha önce kaydetmişti.
Dolayısıyla Anadolu Üniversiteleri için bugün yeni bir aşamaya gelmiş olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Artık üniversiteler kurulum-inşa evresini aşmış üniversitelerinin kalitesini, uzmanlıklarını, ülkenin kalkınmasına, gelişimine, sanata, bilime ve felsefeye yapabilecekleri katkılara odaklanmış durumdalar. Buradan Türkiye’nin geleceğine dair çok umut verici bir ufuk görülüyor.

Bugün Anadolu’da gezdiğimiz ve her biri şehrin güzelliğine güzellik ve kalite katan, şehrin kentsel gelişimine önemli katkılar yapan kampüslerin hepsinin onbeş sene önce yerlerinde yeller esiyordu. Bunların hepsi ülkenin kalkınmasına, gelişimine ciddi yatırımların ifadesi.

20 yıldır bu ülkede ne yapıldı diye soranların insaf ölçüsünde dönüp bakmaları gereken en önemli yerlerden biri de bu kampüsler ve onları dolduran bilim adamlarının yetiştiği eğitim havzaları.
Bunlar hiç kuşkusuz ülkenin milli servet rezervi sözkonusu olduğunda bakılması gereken yerlerdir.
#Bingöl
#Anadolu
#Türkiye
2 yıl önce
Bingöl’de sinema ve üniversite
AK Parti’de yol ayrımı
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...