|

Yargıtay 12 Eylül davasında kararını açıkladı

7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın 12 Eylül askeri darbesine ilişkin yargılandığı davanın temyiz incelemesini tamamladı. Yargıtay'ın kararında, "Darbenin, İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinden kaynaklanan görev kapsamında kaldığının savunulması hukuki dayanaktan yoksundur" denildi.

Yeni Şafak
19:30 - 23/06/2016 Perşembe
Güncelleme: 19:50 - 23/06/2016 Perşembe
AA

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın 12 Eylül askeri darbesine ilişkin yargılandığı davanın temyiz incelemesini tamamladı.



12 Eylül askeri darbesine ilişkin dava Ankara 10. Ağrı Ceza Mahkemesinde görüldü. 12 Eylül davasında sanıklar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, 765 sayılı TCK'nın "Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca önce "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezasına çarptırıldı, ardından takdiri indirimle bu cezaları "müebbet hapis cezasına" çevrildi.



Kararın temyiz edilmesinin ardından, süreç devam ederken, Kenan Evren 9 Mayıs 2015'te, Şahinkaya 9 Temmuz 2015'te vefat etti.



Yerel mahkeme kararının temyiz incelemesini tamamlayan Yargıtay 16. Ceza Dairesi, sanıkların ölümleri nedeniyle davanın düşürülmesine karar verdi ancak kararda, darbe suçuna ilişkin tespitlerde bulunuldu.



Türk ve İtalyan doktrinindeki anayasal düzene karşı suçlara ilişkin görüşlere de yer verilen kararda, bu görüşler dikkate alındığında, anayasal düzene karşı işlenen suçlarda, suçun failinin herkes olabileceği, askeri darbenin maddi cebir içerdiğinin tartışmasız bir gerçek olduğu belirtildi.



Kararda, "tamamlanmış askeri darbe suçunun yargılanamayacağına" ilişkin savunmanın yerinde görülmediği ifade edilerek, "Devletin kudret ve kuvvetini kullananlar ya da iktidar sahipleri de bir suçun faili olabilirler. Anayasal düzenin öngördüğü demokratik teamüller dışında sistemin değiştirilip yeni bir düzen kurulması halinde, darbe yapanların kendilerini hukuki yönden de takip edilmez kılmaya çalıştıkları bir vakıa olduğu gibi devlet kudretini kullanarak iktidarı ele geçirenleri yargılayamamak fiili bir durum oluştursa da eylemi suç olmaktan çıkarmayacaktır. Yargılama önündeki hukuki ve fiili engellerin kalkması halinde pekala yargılanmaları mümkündür." tespitleri yapıldı.



"Eylemin suç oluşturmadığı ve sanıkların sıfatları gereği yargılanamayacakları" şeklindeki iddiaların da irdelendiği kararda, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir hukuk devleti olduğu, anayasanın kanun önünde eşitlik ilkesinin, en yalın anlatımla kanunların uygulanmasında kimseye ayrıcalık yapılamayacağını ifade ettiği vurgulandı.



Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasası'nın kanun önünde eşitliğe ilişkin maddelerine atıf yapılan kararda, ceza hukukunda ve suç politikasında genel kuralın "kanun önünde eşitlik" olduğu kaydedildi.



Suç tarihindeki görev nedeniyle görevli mahkeme


Sanıkların askeri yargıda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanması gerektiği yönündeki iddiaların da irdelendiği kararda, suç tarihindeki sıfatları genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanı olan sanıklar hakkındaki yasal düzenlemeler incelendiğinde, sanıklara isnat edilen suçların yargılamasında askeri yargının görevli olmadığının tespit edildiği belirtildi.



Sanıklar hakkındaki soruşturma tamamlanıp dava açıldıktan sonra 11 Şubat 2014'te getirilen düzenlemeyle genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının Yüce Divan'da yargılanmasının önünün açıldığı hatırlatılan kararda, bu düzenlemenin davanın açılmasından sonra yürürlüğe girmesi nedeniyle sanıklar hakkında uygulanma olanağı bulunmadığı ifade edildi.



Kararda, farklı muameleyi men eden kanun önünde eşitlik ilkesi gereğince rütbe ve konumu ne olursa olsun sanıkların da herkes gibi suç oluşturan eylemleri nedeniyle yargılanacaklarında şüphe bulunmadığı vurgulanarak, şunlar kaydedildi:



"İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinde, 'Türk Silahlı Kuvvetlerinin vazifesi, Türk yurdunu anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak' olarak tanımlandığında göre, yasayla verilen görevin meri anayasal düzeni, bu sistemin öngördüğü kurallar doğrultusunda iktidar olan hükümeti korumak yükümlülüğünü içerdiğinin kabulü gerekir. Bu itibarla, anayasal düzenin cebren ilgası ve meşru hükümetin askeri darbeyle devrilmesi şeklinde gerçekleşen eylemlerin anılan kanun maddesinden kaynaklanan görev kapsamında kaldığının savunulması hukuki dayanaktan yoksun, demagojik bir yorumdan ibarettir. Eylem sırasında ve sonrasında meri bulunan mevzuata göre ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren askeri darbe ile anayasal düzenin değiştirilmesi suçunun, görevin sağladığı imkanlar kullanılarak işlendiği sabit ise de görev kapsamında işlendiğinin kabulü olanaklı değildir. Hiçbir görev, hiç kimseye suç işleme hak ve ayrıcalığı vermez."



Darbe suçunu yaptırımsız bırakmak...


Sanıkların eylemlerinin suç olup olmadığının da irdelendiği kararda, Avrupa aydınlanma çağında öne çıkan İngiliz, Alman ve İtalyan hukukçu ile filozofların suç ve cezaya ilişkin yaklaşımlarına atıfta bulunuldu, Türk hukuk profesörlerinden Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Prof. Dr. Erdoğan Teziç gibi isimlerin hukuk kitaplarından alıntılar yapıldı.



Kararda, suçun işlenmesiyle bozulan hukuk düzeninin yeniden tesis edilmesi için, bu düzenin hamisi devletin suçluyu cezalandıracağı, cezanın da toplumun kendisini savunmak için başvurduğu bir önlem olduğu anlatıldı.



Toplumdaki adalet duygusunun tatmin edilmesinin gerekliliğine işaret edilen kararda, şu tespitlerde bulunuldu:



"Suç tarihi itibarıyla ülkemizde çok partili hayata geçişten sonra, köklü temelleri olmayan demokrasi serüveninde, henüz demokrasi kültürünün oluşmasına fırsat vermeden darbe yapma alışkanlığını sıradanlaştıranların, unvan ve statüleri ne olursa olsun, ihlal edilen hukuk düzeninin tesisi, toplumun demokratik geleceğinden emin olması ve mukadderatını tayin hakkının korunması bakımından, her suçlu gibi cezai bir yaptırıma tabi tutulması hukuk devleti olmanın gereğidir.



Ceza hukuku açısından, halkın iradesine en ağır müdahalelerden olan darbe suçunu yaptırımsız bırakmak cezanın önleyiciliğini etkisiz kılacağı gibi, sonradan işlenebilecek suçlar yönünden teşvik edici olacaktır. Toplumun kendisini ve demokratik hayatını savunmak için yaptırım uygulanması, demokratik toplum bakımından zorunlu görülmelidir."



Gerekçeli kararda, darbeye dayanak gösterilen Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi tartışıldı.



Kararda, "ülkenin içinde bulunduğu koşulların darbe yapmayı zorunlu kıldığının, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesindeki 'Türk Silahlı Kuvvetlerinin vazifesi, Türk yurdunu Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak' şeklindeki düzenlemenin, Türk Silahlı Kuvvetlerine cumhuriyeti koruma ve kollama görevini verdiğinin savunulduğu" anımsatıldı.



"Darbe sonucu yürürlükten kaldırılan" 1961 Anayasası'ndaki, "Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir. Millet, egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz", "Yasama yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez" ve "Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir" maddeleri aktarılan kararda, bu maddelerle, millete ait egemenlik yetkisinin, anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar olan TBMM, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulunca kullanılacağının açıkça düzenlendiği ifade edildi.



Hiçbir görev kişilere suç işleme hakkı veremez


Gerekçeli kararda, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin anlamı ve normlar hiyerarşisindeki konumu incelendiğinde, yasa hükmüyle, silahlı kuvvetlere, anayasal düzene yönelen iç ve dış tehditleri ortadan kaldırma görevi verildiği bildirilerek, "Aksine kabul ile anayasal düzeni zorla değiştirme hakkını verdiği şeklindeki yorum, demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı olacaktır. Kaldı ki normlar hiyerarşisine göre yasaların anayasa hükümlerine aykırı olamayacağı gibi, bir iç hizmet kanununun, üst norm olan anayasayı değiştirme yetkisi veremeyeceği de açıktır. Anayasal düzeni cebren değiştirmeyi suç olarak düzenleyen 765 sayılı TCK'nın 146. maddesinin suç tarihinde yürürlükte olduğu gözetildiğinde anılan kanunun, sanıklara suç olarak tanımlanan 'anayasal düzeni cebren değiştirme' hakkı vermeyeceğinde de kuşku yoktur. Hukuk devletinde hiçbir görev kişilere suç işleme hakkı veremez."



Kararda, 1961 ve 1982 anayasalarında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, anayasal görevinin prensip olarak harici tehditlere karşı "yurt savunmasına hazırlanmak" olduğunun vurgulandığına dikkat çekilerek, İç Hizmet Kanunu'nun 36. maddesinde ise bu görevin "harp sanatını öğrenmek ve öğretmek" olarak şerh edildiği bildirildi.



Aynı anayasalara göre, milli güvenliğin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, TBMM'ye karşı Bakanlar Kurulunun sorumlu olduğuna işaret edilen kararda, "Yurt savunması ya da cumhuriyetin korunup kollanması bakımından silahlı kuvvetlerin harekete geçirilmesinde inisiyatifin tamamen siyasi iktidarda olduğu anayasa gereğidir. Zira hukuk kuralları koyma ve kamu gücünü kullanma tekeli, devleti yönetenlerin elindedir. Modern devletin özünü, cebir kullanma tekeline sahip bulunan siyasal iktidar oluşturmaktadır" ifadeleri kullanıldı.



TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin müsnet suç yönünden hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilemeyeceği belirtilen kararda, "zorunluluk hali"nin ise Türk Ceza Kanunu'nda "cezasızlık" nedeni olarak düzenlendiği hatırlatıldı.



Zorunluluk halinin uygulanma şartlarının sıralandığı kararda, şunlar kaydedildi:



"Somut olay belirlenen şartlar bakımından değerlendirildiğinde yerel mahkemenin, 12 Eylül 1980 öncesi meydana gelen birçok terör olayının sıkı yönetim ilan edilmesine rağmen kasten veya ihmali davranış sonucu önlenmediği yönündeki kabulünde maddi olaylar ve dosya kapsamına göre hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Darbe gününden itibaren tüm olaylar sona ermiştir. Darbe öncesi yaşanan ağır ve muhakkak olduğu savunulan tehlikelerin anayasal düzenin değiştirilmesini hangi suretle zorunlu kıldığı açıklanamamıştır. Sıkı yönetim uygulanan ülkede sanıkların tehlikeye karşı koyma yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu itibarla tehlikenin vukuuna bilerek sebebiyet veren, tehlikeye karşı koyma yükümlülükleri bulunan, anayasal düzeni değiştirmeden de tehlikeyi bertaraf etme imkanına sahip olduğu anlaşılan, eylemlerinde tehlike ile mukayese edildiğinde açık orantısızlık bulunan sanıkların müsnet suçları zorunluluk halinde işlediklerinin kabulü hukuken mümkün görülmemiştir."



Dairenin gerekçeli kararında, darbe yapanların ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddeye ilişkin değerlendirmelere yer verildi.



Darbe başarılı olduğu takdirde yürürlükte olan anayasal düzenin kısmen veya tamamen değiştiğine işaret edilen kararda, darbecilerin kendi anayasal ve yasal düzenini kurduğu belirtildi.



12 Eylül askeri darbesiyle 1961 Anayasası'nın kaldırıldığı, yerine 1982 Anayasası'nın kabul edildiği hatırlatılan kararda, "Yeni bir anayasal düzenin oluşması önceki eylemi suç olmaktan çıkarmayacaktır." denildi.



Anayasayı ihlal suçunu düzenleyen 765 sayılı TCK'nın 146. maddesinin, darbe düzeninin oluşturduğu anayasanın halk oyuna sunulup kabul edilmesinden önce yürürlükte olduğu gibi düzen kurulduktan sonra da yürürlükten kalkmadığı vurgulanan kararda, şu tespitlere yer verildi:



"1982 Anayasası'nın geçici 15. maddesinin sanıklara dokunulmazlık sağladığı savunulmuş ise de bu düzenleme, 12 Eylül 1980 tarihinden TBMM Başkanlık Divanı'nın oluştuğu 7 Aralık 1983 tarihine kadar, Milli Güvenlik Konseyinin, bu konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı kanunla kurulan kurucu meclis olarak görev icra eden Danışma Meclisinin, her türlü karar ve tasarrufundan dolayı cezai ve hukuki takibat yapılamayacağına ilişkindir. Oysa yüksek mahkeme kararlarında ve doktrinde ifade edildiği üzere suç, fiildir. Fiil kavramının, anılan kanunun çerçevesini oluşturan karar ve tasarrufların dışında kaldığının kabulü gerekir. Bu durumda, 'karar ve tasarruf' kavramları içinde mütalaa edilemeyeceğinden 12 Eylül 1980 tarihinde işlenen tamamlanmış darbe suçu ile sanıkların bireysel suçlarının, ezcümle 1980 tarihinde işlenen tamamlanmış darbe suçu ile sanıkların bireysel suçlarının ezcümle işledikleri iddia edilen işkence ve diğer insanlığa karşı suçların koruma alanı dışında kaldığında kuşku yoktur. Diğer taraftan 2 Ocak 1980 tarihinde işlendiği kabul edilen darbeye teşebbüs suçunun, tarih itibarıyla geçici 15. madde kapsamında kalmadığı da tartışmadan varestedir. Bu nedenlerle gerek 2 Ocak 1980 tarihinde işlendiği kabul edilen darbeye teşebbüs suçunun, gerekse 12 Eylül 1980 günü işlenen tamamlanmış darbe suçunun yasal dokunulmazlık kapsamında kalmadığı sonucuna varılmıştır."



Ölüm, suçu ortadan kaldırmaz


Gerekçeli kararda, davayı ve cezayı düşüren nedenlere de dikkat çekildi.



Cezaların şahsiliği ilkesinin gereği, kusurlu hareketiyle belli bir sonuca yol açan kişinin ölümü halinde onun dışında bir kişinin, yakınlarının bu sonuçtan sorumlu tutulmasının söz konusu olamayacağı belirtilen kararda, fiili işleyen sanık veya mahkumun ölümü ile söz konusu prensip doğrultusunda başkası sorumlu tutulamadığından cezanın düştüğü bildirildi.



Ölümün, bir vaka olan suçu ortadan kaldırmadığı kaydedilen kararda, ortada bu suçtan sorumlu tutulacak kişi olmadığından, devletin suçla birlikte ortaya çıkan cezalandırma yetki ve yükümlülüğünün düştüğü belirtildi.



"Davayı ve cezayı düşüren sebepler suçun varlığına etkili değildirler. Yani bunlar işlenen fiili suç olmaktan çıkarmazlar." ifadesine yer verilen kararda, sanıklardan Kenan Evren'in 9 Mayıs 2015, Tahsin Şahinkaya'nın 9 Temmuz 2015'te hayatını kaybettiği hatırlatıldı.



Davayı ve ceza ilişkisini ortadan kaldıran bir diğer nedenin "af" olduğu belirtilen kararda, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin "af kanunu" olduğuna ilişkin görüşlere itibar edilemeyeceği vurgulandı.



Kararda, "Af, işlenmiş suç nedeniyle açılmış/açılacak dava veya ceza mahkumiyetlerinin sonuçlarını ortadan kaldırmak içindir. Gelecekte işlenebilecek suçlar için af kanunu çıkarılamaz. Esasen kurucu iktidar olduğunu ileri süren darbe yönetimi suç işlediği kanısında olmadığından suç yoksa ceza da olmaz ilkesi gereğince af kanunu çıkarmayı zaruri görmemiştir." denildi.



Zaman aşımı değerlendirmesi


Kararda, dava ve ceza olmak üzere iki türü bulunduğu belirtilen zaman aşımı, suçun işlenmesinden veya cezanın verilmesinden sonra geçen uzun bir zamanda devletin cezalandırma yetkisini düşüren sebep olarak tanımlandı.



1 Haziran 2005'te yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nın 77. maddesinde insanlığa karşı suçların yaptırıma bağlandığı ve bu suçlar hakkında zaman aşımının işlemeyeceğinin hüküm altına alındığı hatırlatılan kararda, çözülmesi gereken hukuki sorunun, bu düzenlemenin 1 Haziran 2005'ten önce işlenen suçlara uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin olduğu ifade edildi.



Öğretide, bir kısım yazarların "Zaman aşımının usul hukukuna ilişkin bir müessese olduğunu, maddi ceza hukukunda olduğu gibi geçmişe yürümeme kuralının geçerli olmadığını" savunduğuna yer verilen kararda, buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 38. maddesinin 1. fıkrasındaki, "Kimse, işlediği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz, kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez" ve 2. fıkrasındaki "Suç ve ceza zaman aşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır" biçimindeki emredici düzenlemelerle geriye yürüme yasağının zaman aşımı yönünden de kabul edildiğinin anlaşıldığı kaydedildi.



Kararda, şu değerlendirmelerde bulunuldu:



"Bu itibarla sanıklara müsnet suçlar yönünden zaman aşımı hükümlerinin uygulanmayacağına ilişkin görüşlerin hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşması olanaklı değildir. Sanıkların eylemlerine uyan ve daha lehe olması nedeniyle uygulanan suç tarihi itibarıyla mer'i 765 sayılı TCK'nın 146/1. maddesinde yaptırım olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörülmektedir. Aynı kanunun 104/1. maddesinde ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbet hapis cezası için 20 yıllık dava zaman aşımı süresi belirlenmiştir. Zaman aşımını kesici nedenler gerçekleştiğinde bu süre yarı oranında uzayarak (TCK madde 104/2) 30 yıla çıkacaktır. Somut olayda suç tarihleri 2 Ocak 1980 ve 12 Eylül 1980 tarihleridir. Bu tarihten itibaren asli ve fevkalade zaman aşımı süresinin geçtiği sabittir."



Kararda, askeri darbe yapılarak anayasal düzenin cebren değiştirilmesi veya teşebbüs edilmesinin, mülga 765 sayılı ve halen yürürlükte bulunan 5237 sayılı ceza kanunlarında suç olarak düzenlendiğine dikkat çekildi. 1982 Anayasası'nın geçici 15. maddesinin hukuka uygunluk nedeni oluşturmadığı gibi af kanunu da olmadığına yer verilen kararda, "Zira darbe yönetimi, darbenin suç oluşturmadığı kanaatinde olduğundan, 2 Ocak 1980 tarihinde gerçekleşen darbeye teşebbüs eylemini bu madde kapsamına alınma ihtiyacı hissedilmemiştir." denildi.



Olağan dışı dönemde yapılan işlemlere kolaylık sağlamak için


Geçici 15. madde hükmünün "olağan dışı dönemde yapılan işlemlere kolaylık sağlamak için" konulduğu belirtilen kararda, şunlar kaydedildi:



"Bu düzenlemeyle darbe yönetimi, kurul halinde verdikleri karar ve tasarruflardan dolayı yargı yoluna başvurulmamasını temin etmek amacı gütmüşlerdir. Aksine görüş savunulsa bile maddenin lafzının açıklığı karşısında bu görüşe itibar etme olanağı bulunmamaktadır. Suç oluşturan fiiller karar ve tasarruf kapsamında olmadığından cezai yönden bir güvence sağlamayacaktır. Anayasa'nın 83. maddesinde düzenlenen yasama dokunulmazlığı ile geçici 15. maddenin aynı imkanı sağladığı görüşü isabetli değildir. Her iki norm tamamen farklı alanları düzenlemektedir. Bu nedenle geçici 15. maddenin yürürlükte olduğu dönemde 83. maddede olduğu gibi zaman aşımının duracağına ilişkin yerel mahkeme görüşü hukuki dayanaktan yoksundur.



Suç tarihinde yürürlükte olması ve sanıklar lehine sonuç doğurması nedeniyle uygulanan 765 sayılı TCK'nın 146. maddesinde tanımlanan, anayasal düzene karşı suçun, aynı kanunun 102/1 ve 104/2. maddeleri gereğince dava zamanaşımına uğradığı anlaşılmakta ise de sanıkların, hüküm verildikten sonra, kararın temyizi aşamasında, Ahmet Kenan Evren'in 9 Mayıs 2015, Ali Tahsin Şahinkaya'nın 9 Temmuz 2015'te öldükleri nüfus kayıtlarından anlaşıldığından, dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18 Eylül 2012 tarih ve 158-1773 sayılı kararında ayrıntısı açıklandığı üzere, ölüm halinde sanığın cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasına, niteliği itibarıyla müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler dışında hiçbir şekilde devam olunamayacağından ve bu kapsamda zaman aşımına ilişkin değerlendirme de yapılamayacağından kamu davasının ölüm nedeniyle düşmesine karar verilmesinde zorunluluk bulunması bozmayı gerektirmiştir."



12 Eylül Davası'nda sanıklar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, 765 sayılı TCK'nın "Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca önce "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezasına çarptırılmış, ardından takdiri indirimle bu cezaları "müebbet hapis cezasına" çevrilmişti.


#12 Eylül Davası
#Yargıtay 16. Ceza Dairesi
8 yıl önce