|

Kına yakmak

Kültürümüzün bugün de yaşayan en eski unsurlarından biri olan kına, Arapça hına ya da hınna sözcüğünün dilimizdeki karşılığıdır. Kına, kültürümüzde adanmışlığı, temizliği, saflığı simgeler... Kınanın rengi güç ve otoriteyi, aynı zamanda sevinci ve gönül rahatlığını simgeler.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/11/2017 Cumartesi
Güncelleme: 07:44 - 4/11/2017 Cumartesi
Yeni Şafak
Nuri Pakdil
Nuri Pakdil
ARİF AY

Proletarya*

Taşa jilet at da bak kına gecelerinde

Delikanlı olur suya dalan kıpkırmızı

Nuri Pakdil’in bu dizelerini ne zaman okusam geçmişe, o heyecan dolu, direniş ve coşkunun sıcaklığını damarlarımızda dolaşan kan gibi hissettiğimiz, üniversite öğrencisi olduğumuz 1970’li yıllara götürür beni. Şimdi de “Ne yıllardı o yıllar!” demekten kendimi alamıyorum. Duvarlarda “kahrolsun emperyalizm”, “hak-emek-özgürlük”, “kahrolsun faşizm”, “komünistler Moskova’ya”, “kahrolsun komünizm” gibi orak-çekiçlerle, bozkurt başlarıyla süslenmiş sloganlar…

Okullar işgal edilmiş, eğitim aksamış, sokaklarda kan dökülüyor kimin umurunda! Bir taraf kapitalist düzeni yıkmanın karşı taraf düzeni savunmanın savaşını veriyor. Dünyada Marksist dünya görüşünün yıldızının parladığı yıllar…

TEK DEĞERİN ‘EMEK’ OLDUĞU BİLİNCİ

Türkiye’de o dönemin solcu yazarları edebi metinlerini hatta şiirlerini Marksist düşüncenin kavramları üzerinden oluşturuyorlardı. Bu kavramların başında emek, hak, eşitlik, sömürü, proletarya, patron, işçi sınıfı vesaire geliyordu. Marksistlerin bu kavramları karşısında milliyetçiler “Komünistler Moskova’ya” sloganı atmanın ötesinde bir söylem ortaya koyamıyorlardı. Hatta Marksistlerin kullandığı o kavramları ağızlarına almaya korkuyorlardı. Tam da böyle bir ortamda 1969’dan beri yayınını sürdüren Edebiyat dergisi “yerli düşünce” bağlamında emek, hak, alınteri, sömürü gibi kavramları yoğun bir biçimde gündemde tutuyordu. “İşçinin emeğinin karşılığını alın teri kurumadan veriniz” ilkesine sıklıkla vurgu yapılıyordu. Edebiyat’ın bu tutumu solda büyük bir şaşkınlığa yol açtı. Solun ileri gelen yazarları önce “Dinciler nasıl olur da bizim kavramlarımızı kullanır?” diye sormaya, sonra da “Bizi taklit ediyorlar” demeye başladılar. Nuri Pakdil Edebiyat dergisinde “Değinmeler” başlığı altında Yaşar Nabi Nayır’dan Melih Cevdet Anday’a, Vedat Günyol’a, Erdal Öz’e, Cemal Süreya’ya, Rauf Mutluay’dan Behçet Necatigil’e, Ceyhun Atuf Kansu’ya, Selim İleri’ye, Enis Batur’a pek çok yazarlar edebi ve düşünsel tartışmalar yaptı. Öncelikle söz konusu kavramların İslam’ın temel kavramları olduğu hususunu sürekli vurguladı. “Sanat, edebiyat, eylem üçlüsünden, gerçekten olağanüstü güzellikte, ışıltılı ve yeni bir mozaik çıkıyor ortaya. Salt alınterini, salt emeği birincil ölçüt olarak gören bir savaşımın yerli ve evrensel belgesi bu.” diyordu ve ardından da “Yaşasın; karşıanamalcı, karşısömürgeci, öğretisel, tarihsel, evrensel, özgürlükçü, ilerici, tek değerin ‘emek’ olduğu bilincini harlı bir ateş gibi tüm insanlara duyurmayı amaç edinen ışıklı çizgimiz, konumumuz! Yaşasın; yeryüzündeki tüm inananların birlikteliği!” (Nuri Pakdil, Biat III, s. 9) diyerek solla hiçbir düşünsel ortaklığı olmadığını vurguluyordu.

Örneğin Konur Ertop’la yaptığı bir tartışmada da aynı vurguyu yapıyordu: “Yazarın yanılgısı, dini yanlış algılamasından, dini yanlış konumlamasından kaynaklanıyor. Sanırım din deyince de Hıristiyanlığın kurumlaşmış halini algılıyor. Oysa biz, ‘din’ sözüyle İslam dinini algılıyoruz yalnızca. Artık din olarak bir o vardır çünkü. İslam dinindeyse emperyalizme de, sömürünün hiçbir türüne de yer yoktur. İslam dini, yalnızca insan emeğini kutsamakta, yalnızca insan emeğine tüm durumlarda her şeye egemen kılmak istemektedir. Budur dinin temel ilkesi.” (Edebiyat, Ağustos 1978) İslam öğretisinin tüm ilkeleri evrensel içerikli ilkelerdir. İnsancıldır bu ilkeler. Ezilmişleri, hakları yenenleri, yoksulları, özgürlük savaşçılarını, emekçileri savunur İslam öğretisi. Nuri Pakdil’in militanı: “Mülkiyetini yakan/Kökleri kalbe takan”dır. Bu söylem kimilerinin hiç mi hiç hoşuna gitmez. Nuri Pakdil bunların farkında olarak şunları der: “Eğri mülkiyet, kirli mülkiyet, kanlı mülkiyet demelerinden alınıyorlar, kırılıyorlar. Ne söylüyorum ben? Eğriyse düzeltilmeli, kirliyse arındırmalı, kanlıysa kazına kazına temiz yeri ortaya çıkarılmalı demiyor muyum?” (Klas Duruş, s.73)

ADANMIŞLIK İNSANI DİNÇ TUTAR

Önce beyitin başlığından başlayalım. Proletarya sözcüğü bizim kültürümüze ait bir sözcük değil. Latince kökenli “proles” sözcüğünden türetilmiştir. Toplumun en alt sınıfına verilen bir ad olan bu sözcük eski Roma’da köle sınıfını tanımlamak için kullanılır. Sanayi Devrimi’nden sonra emeğinden başka hiçbir varlığı olmayan sınıfın adı olan proletarya, Marksist dünya görüşünün temel kavramlarından biri olarak günümüzde de kullanılmaktadır. Peki, bu kavramın Nuri Pakdil’in düşünce dünyasında ne işi var? Bu soru beraberinde yukarıda sözünü ettiğim yapılan tartışmaları da beraberinde getirdi.

Kültürümüzün bugün de yaşayan en eski unsurlarından biri olan kına, Arapça hına ya da hınna sözcüğünün dilimizdeki karşılığıdır. Kına, kültürümüzde adanmışlığı, temizliği, saflığı simgeler. Kına yakma âdeti ise Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban ederken gökten kınalı bir koçun gelmesi ve Allah tarafından İsmail’in yerine koçun kurban edilmesinin vahyedilmesi olayıyla başlayan bir âdettir. Kına yakmak Dede Korkut hikâyelerinde de geçer. Günümüzde de düğün öncesi düzenlenen kına gecesi asırlardan beri süregelen âdetlerimizden biridir. Bu nedenle de şiirlerimizde, türkülerimizde, ağıtlarımızda çokça yer alan bir sözcüktür. “Ilgıt ılgıt esen seher yelleri; /Esip esip yâre değmeli değil/Ak elleri elvan elvan kınalı/Karadır gözleri sürmeli değil” diyen Karacaoğlan’dan “Haber aldım ihvanından kulundan/Doyuk olduk akçasından pulundan/Hey ağalar akan kanın alından/Altımızda kır at kınalanmalı” diyen Köroğlu’na, “Vuslatun ‘ıydine kurbân olanun kanı yeter/’Iyd-i adhada niçün destüne hınna yaksın” diyen Zatî’ye kadar hem divan şiirinde hem halk şiirinde hem de günümüz şiirinde çağrışımı zengin bir sözcük olarak kullanılmıştır.

Nuri Pakdil’in beyitinde geçen “taşa jilet atmak” zor bir işe girişmektir. Büyük bir sorumluluğu yerine getirmektir. Dolayısıyla adanmışlık insanı dinç tutar. Kınanın rengi güç ve otoriteyi, aynı zamanda sevinci ve gönül rahatlığını simgeler. “Müslüman olmak çetin bir iştir. Bir adanıştır ışığa; ölümsüzlüğe! Mütemadiyen mülkiyeti irdelemek!” (Mektuplar, s.223) sözü beyiti açımlayan bir yorumu da içinde barındırır. Kınanın gençleştirici özelliğini Hevayî şöyle dile getirir: “Boya sakalun ağını hınnâ ile tâ kim/Ebrâ-yı zemân sana babadur demesünler” (Ağarmış sakalını kına ile boya ki zamanın oğulları sana baba-ihtiyar-demesin.) Peygamber Efendimiz kınanın önemini bir hadis-i şerifte şöyle bildirir: “Kına yakın. Zira güzelliğinizi, gençliğinizi ve nikâh sevginizi artırır.”

Bir eylemin başarısı o eyleme katılanların adanmışlığına bağlıdır. Nuri Pakdil sanırım söz konusu beyitiyle bu adanmışlığı vurgulamaktadır.

Osmanlı Simitçiler Kasidesi - 23

#Osmanlı Simitçiler Kasidesi
#Kına
6 yıl önce