|

Yeni bir ahlak için

Peygamber Efendimiz'e risalet geldiği vakit ilk önce Hz. Hatice iman etti. Sormadı, şüphe etmedi, tereddüt göstermedi. Hz. Muhammed'in hiç kimseyi kandırmadığına, girdiği her işin hakkından geldiğine, yapıp ettiklerinin bedelini ödediğine, ahlakına şahitlik etmişti. Ercan Yıldırım, Hz. Muhammed'in ahlakından Aristo'nun ahlak anlayışına kadar ahlak algımızın boyutlarını Cins Dergi okuyucuları için yazdı.

11:18 - 12/05/2020 Salı
Güncelleme: 12:42 - 12/05/2020 Salı
Cins Dergisi
Ahlak insanı dünya ile kendi, hakikat arayışı ile değerlerine yaklaştırıp uzaklaştıran her şeydir.
Ahlak insanı dünya ile kendi, hakikat arayışı ile değerlerine yaklaştırıp uzaklaştıran her şeydir.
İnsan en çok dürüstlüktür, en çok samimiyet, en çok sahicilik... Öfkesinde, sevgisinde samimi olan, söz ve eylemlerinde sahiciliği elden bırakmayan, tevazuyla beslediği hayatını asl'a sadakatle sürdüren, savcısı merhamet, hâkimi vicdan olan bir insan ahlaklıdır.

Klasik ahlak kitaplarımıza baktığınızda samimiyetin, dürüstlüğün, diğerkâmlığın, tevazunun ve dahi adaletin arka sıralarda, hatta “fazilet” başlığı altında ele alındığını görürsünüz; hâlbuki adalet de, vicdan da, sahicilik de gerilere atılmayacak, fazilet başlığı altına alınmayacak kadar ontolojiktir.

Ahlak insanı dünya ile kendi, hakikat arayışı ile değerlerine yaklaştırıp uzaklaştıran her şeydir.

Peygamberimiz, kendisine risalet gelmeden önce de içinde bulunduğu zamanın, çağın ruhunu, değerlerini en temelden reddediyordu; dünyadaydı, cahiliyenin dünyasında değil. Kendine ait bir dünyası vardı, Allah ona Hakk'a ait bir dünya kurmasını nasip etti. Çağının değerlerini reddetmekten, idealini korumaktan, yeni bir dünya inşa etmekten vazgeçmedi. Makam, mevki, para ve dünyalık vaadine karşı “bir elime Ay'ı, bir elime Dünya'yı verseniz davamdan vazgeçmem” dedi. Ahlaklıydı, sebat etti, Cebrail gelmeden önce olduğu gibi vicdanının sesini dinlemekten çekinmedi, sahiciliğini korudu, samimiyeti İslam'ı tüm coğrafyalara yaydı.

Ahlaklıydı, İslam'ı ahlakla yaydı; zor günlerinde cahiliyenin nimetlerinden, küfrün imkânlarından yararlanıp İslam'ın, Hakk ve pak olanın yaşayamayacağını biliyordu.

Ahlaklıydı, küfrün ürettiğinin dışında yaşanabileceğini de gösterdi.


İdeolojilerin, iktidarların elindeki ahlak

Ahlak ile hukuk neredeyse tüm toplumlarda, devletlerde aynı manada, aynı işleviyle kullanıldı. Ahlak kural koyan, normlarla hayat bulan bir dünya tasavvurunun bekçisi oldu. Ahlak emreden mevkiine yerleştirildi; emredenlerin gürzü oldu. Klasik ahlak teorilerinin başında tevbe, takva, zühd, sabır, şükür, keşf, edep, Allah'a yakınlık, dostluk, dünyaya meyl etmeme gibi hususlar gelir. Belki bundan daha kötüsü modernizmle birlikte ahlak farklı şubelere ayrıldı, zaman zaman etik ile çatıştı, ilim ahlakı, siyasi ahlak, çalışma ahlakı birbirinden ayrıldı. Her mesleğin kendine ait kuralları ahlak olarak alındı. Böylece seküler iş ve eylemler, etik, ahlakın alanını daralttı. İyi ile kötünün ölçüsü, ahlakın genelgeçer tanımı içindeyken iyiyi ve kötüyü belirleyen ölçütlerin neler olduğu gözlerden uzak tutuldu.

Kime göre iyi, neye göre kötü? Siyaset ve iktidar işte tam da burada devreye girer. Klasik ahlak teorileri ya da ahlaki yorumların hepsi dönemin atmosferine bağlı olarak oluşturulur. Ahlak dönemin, siyasetin, iktidarın, kampların, ideolojilerin geleceklerini teminat altına alan en büyük güvence sayıldı.

Aristo, iyiyi ve gayeyi gerçekleştirmeyi ahlaki bulurken, Kant Aydınlanma'yı muhkem kılacak ölçüde görev ahlakını, kanuna uymayı, yükümlülükleri yerine getirmeyi hem ahlakın hem varoluşun gerekçesi yaptı. Eşarilik iktidarla Müslümanlar arasındaki ilişkinin boyutlarını ahlak teorisinde formülleştirdi onlara göre tüm fiilleri Allah yaratır, mesela yalan sadece Allah yasakladığı için kötüdür. Mutezile çıkışı, kendine yol açmayı ahlak tanımında yapar, adaleti öne çıkararak yerleşik itikadi ve siyasi düzlemi sorgular, Müslümanların fiilleri kendi iradelerine göre kotarmasının önünü açar.

Ehli sünnet ise “aşırı” yorumlardan uzak tutmak, Müslümanları vasat olanda toparlamak için sentezi değil terkibi işletir. Kaderiye ve cebriye arasında orta yolu bulur, insanlardaki hür seçimi kaldırmazken Allah'ın kaza ve kaderini inkâr etmez, fiillerin çıkışında ikisi de etkilidir, Allah yaratıcı ama kul “ihtiyar” sahibidir.

Ahlak tarih boyunca, irade, özgürlük, toplumsal normlar, din algıları, cemaat kaygıları arasına sıkışmıştır. Seçerek, bilinçli, gayeli olmak, fiilde iradeyi teşekkül ettirmekten her dönemde korkuldu; belki bu kaygılarda haksız da sayılmazdı güzideler, insan neyi seçeceğini, neyin iyi veya kötü olacağını nereden bilecekti ki?

Ahlak dinamik olmalı, zamanın ruhuna göre kendini konumlandırmalıdır. Fıtrat ve vicdan, sahicilik ve dürüstlük sabit değerler olarak çağların değişen koşullarının en büyük hâkimi olmalıdır. Kıstas, iyiyi ve kötüyü belirleyen karşısında, dinamiğin sorgulayıcısı fıtrat ve vicdandır.

İslamcılığın inşa ettiği ahlak

Modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan meseleleri hal yoluna koymak isteyen, gerileyen Müslümanları tekrar tarih sahnesine çıkarmanın derdine düşen İslamcılar, öncelikle yeni bir ahlak inşa ettiler. Babanzade Ahmet Naim Efendi devletin Avrupa'da sunulmak için hazırlattığı rapora dayanan kitabında Müslümanlara batı medeniyeti değerlerinin çerçevesinde çalışma, gayret, sa'y başlığı altında sanayi kapitalizminin gündelik hayatına ilişkin tavsiyeleri İslam ahlakıyla buluşturdu.

Ahlak dindir Babanzade'ye göre, Müslümanlar dini değerlere sarılınca parlak medeniyetler inşa etmiştir, inanç bozulunca evet, rezilliklere bağlı olarak aynı zamanda Müslümanlar batı karşısında yenilmiştir. Bulaşıcı hastalıklardan kaçmaktansa onun bilim ışığında tedavisine bakmayı öğütler Babanzade, bu yüzden de kadim ahlaki değerlerin tevekkülün, kadere inancın Müslümanları geri bıraktığı tezlerini savunur.

Artık modernleşmeyle birlikte Müslüman ahlakında bir yeniliğe gitme ihtiyacı doğmuştur, aktivizm, çalışma, kazanma, üretme, batıyı geride bırakacak şekilde hürriyet ve irade ortaya koyup, evreni, doğayı yeniden şekillendirebilme azmi gösterilmelidir. Yani düpedüz batının fıtrata ve vicdana saldıran ahlakını Müslümanların devşirmesi gerektiği kanaati ilke haline getirilir.

Fail ve sinizm arasında çıkmaza sürüklenir Müslümanlar. Mutluluk kavramı, huzur ortamı yeniden tanımlanır, artık batı medeniyetinin açtığı konforla lezzet, haz, fayda ve güzellikler için yeri geldiğinde oportünizm yeri geldiğinde pragmatik ve utilitarist ahlak ön plana çıkar. Çoğunluğun menfaati için azınlığın zarar görmesinde sorun yoktur; daha da ilerisinde çoğunluğun, Müslümanların yükselmesi, güçlenmesi için tekniğin en yıkıcı hallerine bile sempatiyle bakılır. İyi artık yükselmeye, çağa sahip olmaya endekslenir, kötü ise İslam'ın emir ve yasaklarının ontolojik boyutunu her daim gözönünde tutmaktır. İyi ile pragmatist fayda arasında kıldan ince kılıçtan keskin denge oluşturulur, ahlak faydayı iyi olarak sunabilme becerisinin adıdır.

Ahlak teorileriyle ideolojik kalıplar arasındaki ahenk hiçbir zaman sapma göstermez, hakikat her ikisinin kurgusu içinde tanımlanır. Hakikat nedir peki, ahlakçıların, Babanzade'nin, ideologların sunduğu iyi de mi?

Aramaktır hakikat kesinlikle, ele geçirilen değildir. Ahlak sonuçlarını, faydayı, hakikat diye tarif edilen kesinlikleri ele geçirmek için değil, bu hedef üzerine benlik ile ideallerin, samimiyet ile vicdanın diriliğini korumaktır.

Fıtrat herkeste aynıdır, eşyayı tanımayı sağlar, mutlak iyi ve kötü dinamiktir bu yüzden, çağın koşulları mucibince iyi ve kötü sürekli tanımlanır ama vicdan ve fıtrat sabit kalır.

Herkesin iyi'si farklı olabilir, kapitalizmi, piyasa ekonomisini uygulamak iyi değildir. Bu yüzden iyiyi fıtrata ve vicdana uygun olduğunu gösterme çabası ahlaksızlıktır.

Çelişkisiz yaşadığını düşünen ahlaksızlığın eşiğinde çöküvermiştir. Herkes çelişkileriyle var olur, tevbe ahlakın önde gelen iradi zirvelerindendir. Bedelini ödediği müddetçe herkes ahlakiliği zirveye çıkarır. Günahı bile isteye egemen kılar, kendi benliğine dayatırken bir yandan da iyiye talib olmak sadece tevbeyle aşılamaz, bedelini ödemek de gerekir. Ahlak bedelini ödeyebilenlerin ellerinde yükselir.

Asl'a sadakat ahlakı

Bugün Müslümanların yeni bir ahlak yorumuna ihtiyacı var, ne daha çok çalışmayı, gayret etmeyi ne de kapitalizmin, iktidarın nimetlerinden faydalanarak kamusal alanda görünmeyi, gücü eline geçirmeyi içeren bir ahlak...

Dünyada insanın talep ettikleri bihakkın gerçekleşiyorsa, dünyanın yasalarına, kapitalizmin kurallarına itaat ediyoruz demektir.

Müslümanlar olarak bugün Peygamberimizin zamanın ruhuna karşı tutumunu yeniden üretmemiz gerek; cahiliyenin ve küfrün kurallarını zihnen, ahlaken reddetmeye. Asfalttan gitmeyecek miyiz, uçağa binmeyecek miyiz eleştirilerini servet ve itibar düşmanlığı ithamlarını da göze alarak azimet ve ruhsatın ötesinde bir kendilik inşasının, vicdan ve fıtrat temellerinin imkânlarını aramak gerekir.

Samimiyet ve sahicilik en önemli araç olarak, asl'a sadakati, İslam'ın getirdiklerini aslında Peygamberimizin İslam'ı tebliğ ederken yürüttüğü metodu esas alarak... Sadakat ahlakının inşası gerekir. Kuralları olmayan ama yüksek sorumluluk içeren bir ahlak.

Kariyerist ahlakın ötesine geçerek, “nimetlerin sahibini kendisi değil Allah bilerek, dünyanın emanet olduğu bilincini yükseltecek” bir ahlak. Günümüzün ahlakı olan yükselmeyi, mal sahibi olmayı, bulunduğu yerde tutunmayı reddeden bir ahlak.

Eleştirdiği şeyi yapmayan, kendinden önce başkalarını değiştirmeyi dava zanneden, izzetinefsini İslam'dan ayırma gafletine düşen, kendi zamanının efendisi olmak için yola çıkarken dünya sisteminin kuklası haline gelen, antikapitalist kimliğiyle kapitalist çalışma ahlakını örnek gösteren, yardım kuruluşlarına topu atarak vicdanını rahatlattığını zanneden ahlakı Müslümanlar olarak tez vakit silmeliyiz.

Çoğa talip olurken, maddenin efendilerinin emrine girdiğini bildiği için azla yetinebilme kahramanlığını gösteren bir ahlak.

Vicdanına danışan, fıtratına tutunan, sahicilikten vazgeçmeden, yeri geldiğinde söylediği sözün, yaptığı işin kendi ikbalini engelleyeceğini bilip ceremesini çekmeyi göze alabilen bir ahlak gerek.
#Cins Dergi
#Ahlak
#İslam
4 yıl önce