Gazze’deki bir mülteci kampında dünyaya gelmesi ve gençliğinde İsrail işgaline karşı mücadele etmesiyle Sinvar, Filistin direniş tarihindeki sayısız lider gibi İsrail zulmünün içine doğmuştu. İzzettin el-Kassam, Arafat, Ahmet Yasin ve son olarak Heniye gibi suikasta uğrayan sayısız liderler nasıl olduysa o da İsrail’le mücadelede, yaşamında olduğu kadar gelecekte de önemli bir sembol olmaya devam edecektir.
İsrail’in Gazze’deki soykırım girişimi 1 yılı aşkın süredir devam ederken Perşembe günü yansıyan ilk haberlerle birlikte Hamas’ın lideri Yahya Sinvar’ın Gazze şeridinin güneyindeki Refah’ta İsrail askerleriyle yaşanan bir çatışmada şehit olduğu ortaya çıktı. İsrail ordusunun çatıştığı kişinin Sinvar olduğunu bilmemesi, Sinvar’ın, İsrail ve Batı basınının 1 yıldır iddia ettiği gibi Gazze’deki tünellerde İsrailli rehinelerle birlikte saklanmadığının ortaya çıkması ve son anlarını gösteren videoların yayınlanmasıyla tartışmaların seyri değişti. Bir yandan Batı başkentlerinde Sinvar sonrasında Gazze’de bir ateşkes ihtimalinin kuvvetlendiği gibi analizler yapılırken diğer taraftan Sinvar’ın yaralı olmasına rağmen son nefesine kadar yaptığı mücadelenin görülmesi ise Filistin direnişinin şartlarını toplumlar nezdinde bir kez daha hatırlattı.
Yahya Sinvar, doğumundan gençliğine, hapishane yıllarından son 1 yılda yaşananlara kadar, 100 yıllık Filistin direnişinin vücut bulmuş bir hali olduğunu gösterdi. Dolayısıyla Sinvar’ın yaşamını öğrenmek bir yandan Filistin direniş tarihini diğer yandan ise İsrail zulmünü anlamak için oldukça değerli bir resim ortaya koyuyor. Diğer yandan İsrail’in ona yüklediği negatif anlam ve İsrail’in peşinde sürüklenen ABD’nin Biden yönetimi eliyle tekrar ısıttığı ateşkes gündemi de bu bağlamda incelenmeyi hak etmekte.
ZULMÜ HER YÖNÜYLE YAŞAMIŞ BİR LİDER
7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı Harekatı’nın İsrail’e vurduğu darbe Batı başkentlerinde İsrail’in katliamlarını temize çıkarmak için kullanılırken, ülkemizdeki çekingen İsrail destekçilerinin 7 Ekim’i bir milat olarak görerek Filistinlilerin yaşadıklarını itibarsızlaştırmaya çalıştıkları bir araca dönüştürülmeye çalışılmıştı. Ancak her şeyi 7 Ekim 2023’ten başlatmaya çalışanlara en büyük cevap yine Aksa Tufanı’nın mimarlarından olan Yahya Sinvar’ın hayatında gizli.
Sinvar 1962 yılında Gazze’nin güneyindeki Han Yunus’ta mülteci kampında doğmuş, 1988-2011 arasında İsrail zindanlarında kalmıştı. Gilad Şalid karşılığında 1000’den fazla Filistinli esirin serbest bırakıldığı takasla özgürlüğüne kavuştuktan sonra ise özellikle 2017 sonrasında Gazze’de Hamas’ın askeri kanadıyla siyasi liderlik arasında bir köprü vazifesi gördüğü söyleniyordu. Son olarak Heniye’nin şehit edilmesi sonrası oy birliğiyle Hamasın lideri olmuştu. Gazze’deki bir mülteci kampında dünyaya gelmesi ve gençliğinde İsrail işgaline karşı mücadele etmesiyle Sinvar, Filistin direniş tarihindeki sayısız lider gibi İsrail zulmünün içine doğmuştu. İzzettin el-Kassam, Arafat, Ahmet Yasin ve son olarak Heniye gibi suikasta uğrayan sayısız liderler nasıl olduysa o da İsrail’le mücadelede, yaşamında olduğu kadar gelecekte de önemli bir sembol olmaya devam edecektir.
İSRAİL PROPAGANDASININ ÇÖKÜŞÜ
İsrail şu aşamada Gazze’de katliamlarına devam ederken diğer yandan Lübnan’ı da Hizbullah bahanesiyle ateşe sürükleyerek yayılmacılığını sürdürüyor. Ancak İsrail yayılmacılığı, bölgede kendisine karşı çıkacak bir Arap rejimi olmaması ve İran’ın tüm vekil unsur ağına rağmen İsrail’le karşılaşmaktan kaçınması sebebiyle cevapsız kalıyor. Bunun yanı sıra İsrail’in 7 Ekim sonrası içine düştüğü güvenlik paranoyası ve Netanyahu yönetiminin savaşın devamına muhtaç olması sebebiyle de İsrail sonsuz savaşlar döngüsüne hapsolmuş durumda. Şu aşamada ciddi bir karşılık görmese ve her yaptığı Biden yönetimi tarafından temize çıkarılsa da İsrail bu sonsuz savaşlar döngüsünde devam ettiği müddetçe bölgede ciddi anlamda nefret biriktirdiği gibi bölge halkları nezdinde kendisiyle mücadele edecek yeni hareketlerin oluşmasına da zemin hazırlıyor.
Yahya Sinvar’ın son anlarını gösteren videonun yayınlanmasını da bu noktadan okumak uygun olacaktır. Bir noktada konuyu İsrail ordusu içerisinde Netanyahu’ya karşı bir hesaplaşma gibi yorumlamak mümkün olsa da asıl amacın İsrail’in bu video ile hem içeride bir zafer pazarlama çabası içine girmesi, hem de Batı başkentlerine ve özellikle Biden yönetimine desteklerinin sonuç verdiği imajını verme çabası olduğu şeklinde okunabilir. Yani İsrail gibi demografik sorunlar yaşayan, tüm dünyadan İsrail’e gelecek Yahudi göçüne muhtaç olan işgalci bir ülkenin, bu yerleşimci işgalcilere bir güvenlik imajı oluşturmak zorunda olduğu unutulmamalıdır. Bu da İsrail ordusunun ve Netanyahu yönetiminin bu video üzerinden 7 Ekim’den sorumlu tuttukları Sinvar’ı elimine ederek İsraillilerin güvenliğini sağladığı algısının bir parçası haline getirilmeye çalışılmıştır.
Ancak bu durumun İsrail içerisinde ne kadar güvenlik algısı inşa ettiği tartışılır olsa da diğer yandan İsrail’i kayıtsız şartsız destekleyen yönetimler ve bazı toplumsal gruplar hariç tüm dünyada Sinvar’ı kahramanlaştıracak şekilde İsrail açısından bir propaganda hezimetine dönüşmüştür. Öyle ki, son anlarındaki görüntüleri Sinvar’ın, görmek istemeyenler hariç herkesin özellikle 1 yıldır yoğun bir şekilde devam etiğini bildiği İsrail zulmüne karşı bir direniş sembolüne dönüşmesine sebep olmuştur. Dolayısıyla Hamas’ın da İsrail’in ve Batının tüm çabasına rağmen bir terör örgütü veya halkın içerisinde bir azınlığa dayanan örgüt olmaktan ziyade bir halk hareketi ve direniş grubu olduğu fikrini pekiştirmiştir.
İsrail’in içerisinde bulunduğu güvenlik paranoyası ve gözü dönmüşlük halinin bu tarz propaganda hezimetlerine sebep olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca son 1 yıldır yaşananlar, İsrail lobisinin ve sermayesinin yaklaşık 70 yıldır tüm dünyada itinayla inşa ettiği Holokost Endüstrisi’nin ve İsrail’in propaganda doktrini olarak adlandırabileceğimiz Hasbara yaklaşımının da çöktüğüne işaret etmektedir. Normal şartlarda, İsrail’in bilgi manipülasyonu ile anlatıyı kontrol etmeyi amaçladığı bu doktrin ile İsrail uygulamaları temize çıkarılmaya çalışılırdı. Öyle ki İsrail hastaneleri bombalamaz, sivil katliam yapmaz, Batı Şeria’da apartheid uygulamalarında bulunmaz ve bölgede iç karışıklıkları tetiklemez, aksine, İsrail yalnızca güvenli olmaya çalışan ve bu yüzden terörle mücadele etmek zorunda olan “Ortadoğu’nun tek demokrasisi” bir ülke olarak kodlanmaya çalışılmaktaydı. Ancak 7 Ekim sonrası Batı başkentleri ve kontrolündeki medya hariç İsrail’in katliamları Hasbara ile üstü örtülemeyecek bir düzeye ulaşmıştır. Bu da artık İsrail’in yalnızca Batı basınına ve başkentlerine hitap etmeye sıkışmasına, söylemini de bunları manipüle etmek için düzenlemesine sebep olmuştur. Böylece İsrail kendi iç kamuoyu ve Batı için ürettiği söylemler ve bilgi manipülasyonu yaparken dünyanın geri kalanına yönelik ciddi propaganda hataları yapmasına yol açmaktadır.
ATEŞKES OLACAK MI?
Kısaca söylemek gerekirse Yahya Sinvar’ın şehadeti Hamas’ın ve Filistin direnişinin sonunu getirmeyeceği gibi iddia edilenin aksine İsrail işgalinin de sonunu getirecek yolu açmayacaktır. Bir taraftan Sinvar sonrası Hamas’ın dağılacağını uman ve bunu bir uzman analizi gibi aktaran yorumcular varken öte yandan Sinvar sonrası bir ateşkesin daha mümkün hale geldiğini iddia eden Batılı siyasetçiler de bulunmaktadır.
Sinvar’ın şehit edildiği haberi sonrası hem Netanyahu hem de Biden’ın ilk açıklamaları, ateşkesin ve barışın önündeki en büyük engelin ortadan kalktığı gibi temelden hatalı bir noktadaydı. Netanyahu hem iç kamuoyu hem de Batı için bir zafer pazarlamaya çalışırken, Biden da Sinvar’ı sanki ateşkesin önündeki en büyük engelmiş gibi aktarmaya çalışmıştır. Ancak bu durum yalnızca ABD’nin söylem düzeyinde ateşkes gündemini tekrar ısıtsa da İsrail’in katliamlarına desteğe devam edeceğini ve aslında geçtiğimiz 1 yılda girişilen tüm ateşkes müzakerelerinin de İsrail’e vakit kazandırma amacı taşıdığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Öyle ki, Biden’ın ve Batılı uzmanların dediği gibi Sinvar gerçekten de ateşkesin önündeki en büyük engellerden biriydiyse, Biden yönetiminin Netanyahu’yu bir ateşkese teşvik edeceği ve hatta zorlayacağı öngörülebilirdi. Ancak ne Netanyahu yönetimi de ne de İsrail güvenlik bürokrasisi şu şartlarda bir ateşkese sıcak bakmıyor. Çünkü ABD’nin İsrail desteği koşulsuz bir şekilde devam ederken Siyonist yönetim bunu tarihi bir fırsat olarak görerek kendini daha fazlasını alabileceği bir ortamda görüyor. Dolayısıyla Sinvar sonrası Gazze’de bir ateşkes ihtimali, son 1 yıldır olduğu gibi tamamen İsrail’e vakit kazandırmak ve Biden yönetimi için bir şeyler yapıyormuş gibi görünmenin dışında bir anlama sahip değil. Özellikle geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi günleri İsrail işgal kuvvetlerinin Gazze’nin kuzeyinde düzenlediği katliamlar da bir ateşkes ihtimalinden öte İsrail’in daha da pervasız bir şekilde devam edeceğini gösteriyor.
GAZZE’DE “ERTESİ GÜN”
Biden ilk açıklamasında Hamas’ın iktidarda olmadığı bir Gazze’de “ertesi gün” hakkında hem İsrailliler hem de Filistinliler için daha iyi bir gelecek sağlayacak siyasi bir çözüm imkânı artık var demişti. Bu ertesi gün vurgusu ABD için İsrail’in Gazze işgalinin kalıcı olmayacağı ve yönetimi Filistinlilere teslim ederek bölgeden çıkacağı ön kabulüne dayanmaktadır. Ancak geçen 1 yıl içerisinde İsrailli yetkililerden gelen açıklamalar ve soykırım girişi göstermektedir ki İsrail’in hedefi Gazze’deki işgalini kalıcı hale getirmektir. Öte yandan İsrail Gazze’den çıktığında bile bölgede Hamas harici bir yönetimin kurulması neredeyse imkânsız görülmektedir. Dolayısıyla Biden’ın söylediği bu durum aslında sahanın gerçeklerinden uzak bir şekilde, retorik düzeyde söylenen sözlerden öteye gitmemektedir.
Bir diğer durum ise, Sinvar’ın son anlarını gösteren görüntülerin İsrail iç kamuoyunda ve Batıda İsrail’in gücünü vurgulayacak ve Sinvar’ı aşağılayacak olması hayaliyle yayılması, İsrail’in tüm bölgede ve hakkaniyetli her insanın gözünde Sinvar ve Filistin direnişini onurlandırdı. Dolayısıyla bunun Gazze’de ve Hamas içerisinde de böyle bir etki doğurduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır. Ayrıca İsrail’in Hamas’ı yok etme bahanesiyle girdiği Gazze’de Hamas’ı yok etmekten oldukça uzak olduğu da düşünüldüğünde İsrail ya Gazze’deki işgalini kalıcı hale getirmeye çalışacak ya da Gazze’den çıkarken bölgeyi tekrar Hamas’a teslim etmek zorunda kaldığı bir açmaz üretmektedir. Tüm bunlar sebebiyle eğer Gazze’de bir “ertesi gün” olacaksa o günün en önemli aktörünün Hamas olacağı rahatlıkla söylenebilir.
ABD başkanlık seçimlerinde adayların, Amerikan siyasetinde sıradan sayılabilecek bir şekilde İsrail’e destek yarıştırmaktan bile öte soykırım girişimine ve Siyonizm’in hayallerine arka çıkmaya çalıştığı şu şartlarda, Netanyahu’nun duracağını ve katliamları sonlandıracağını düşünmek oldukça isabetsiz olacaktır. Ancak her ne olursa olsun Yahya Sinvar’ın doğumundan şehadetine kadar her an gösterdiği gibi Filistin direnişi de 100 yıldır olduğu gibi Siyonist terörü ve İsrail katliamlarına karşı vatan mücadelesini sürdürmeye devam edecektir. İsrail’in çöken propaganda doktrini yerine ABD’nin desteği bu gerçeği perdelese de Filistin direnişinin ve Hamas’ın daha birçok Heniye ve Sinvar yetiştireceğini hep birlikte göreceğiz…