|

Yetenek her zaman şans getirmiyor

Yetenekliydiler, milyonlar tarafından sevildiler ama hayatları kelimenin tam anlamıyla 'acı' içinde geçti. Başarıları takdir görüyordu fakat başedemedikleri sorunlar, onları içinden çıkılmaz bir noktaya getirdi ve yaşamlarının trajik bir biçimde sonlanmasına neden oldu. Kiminin psikolojikti sorunu, kiminin ki genetik... İşte yetenekleri “uğursuz” gelen ünlü kadınlar.

Büşra Sönmezışık
00:00 - 31/10/2010 Pazar
Güncelleme: 22:51 - 30/10/2010 Cumartesi
Yeni Şafak
Yetenek her zaman şans getirmiyor
Yetenek her zaman şans getirmiyor

Öncelikle İlk Türk kadın tiyatrocu olan Afife Jale'nin fırtınalı hayatından bahsedelim. Çünkü Jale, hem yaşadığı dönemin şartları hem de seçtiği meslek nedeniyle zor ve oldukça trajik bir hayat yaşadı. Afife Jale'nin babası onun tiyatrocu olmasına karşıydı. Ama Afife tiyatrocu olmakta diretti ve bu nedenle evden ayrı yaşadı. Bu arada Darülbedayi'deki ücretli görevine de son verildi. Güvencesiz ve parasız kalan Jale, daha sonra ünlü bestekar Selahattin Pınar'la evlendi. Tiyatroyu bıraktı ve geçmişte çektiği acıları telafi edercesine yaşamaya başladı. Ama bu iyi günler uzun sürmedi. Çünkü Jale, tiyatrodan kopmak istemiyordu. Bu boşluğu doldurmak için morfin kullanmaya başladı.

Çünkü doktoru psikolojik rahatsızlığını morfinle tedavi yoluna giderek büyük bir yanlışlık yapmıştı. Pınar, onun bu durumuna çok üzüldü ve yardım etmeye çalıştı ama yapamadı. Evlilikleri Afife Jale'nin morfine bağımlı olması nedeniyle kendisinin yoğun ısrarı üzerine sona erdi. Fakat asıl acılı günleri boşandıktan sonraki yıllarda başladı. Selahattin Pınar, melankolik şarkılar yazdı, Afife Jale ise beş parasız, parklarda yatıp kalkan aşevlerinde karnını doyuran biri haline geldi. Tanınmayacak hale gelene kadar zayıflayan Jale, yaşamının son yıllarını Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde geçirdi ve 39 yaşındayken burada öldü. Ölümü, gazetelere haber bile olmadı ve cenazesine sadece 4 kişi katıldı.

YETENEĞİNİ KAYBETTİĞİNİ DÜŞÜNDÜ BUNALIMA GİRDİ

İngiliz yazar Virginia Woolf, hem kaleme aldığı bilinç akışı tekniğiyle hem de yazdığı “Kendine Ait Bir Oda” kitabıyla kadın hareketi başlatan bir yazardı. Ama hayatı, yazdığı kitaplar kadar iyi olmadı. 1882'de Londra'da dünyaya gelen Virginia Woolf, on üç yaşındayken annesi kaybetti ve okula gönderilemedi fakat babasının yardımıyla kendini geliştirdi. Woolf'un babasının ölümünden sonra kardeşleriyle Bloomsbury'ye taşınması hayatında ciddi bir dönüm noktası oldu. 1912 yılında Leonard Woolf ile evlendi. “Perde Arası” romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyor, yeteneğini kaybettiğini düşünüyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma girdi ve 28 Mart 1941'de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan Ouse nehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etti.

KALDIRIM SERÇESİ ÇİLE İÇİNDE YAŞADI

Édith Piaf yaşadığı zamanın Fransa'sında en sevilen sanatçılardan biriydi. Ama onun da kaderi ünü kadar iyi olmadı. Babası Louis-Alphonse Gassion sokaklarda gösteri yapan bir cambazdı. Piaf, babası tarafından bir geneleve kısa süreliğine bakılması için gönderildi. Küçük yaşta, gözleri mikrop kapmış ve kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Aradan aylar geçtikten sonra, tedavi sonucu gözleri düzeldi. Babası, küçük Édith'i genelevden aldıktan sonra mesleği olan sokak akrobatlığı yetmeyince, kızını sokakta insanlara karşı akrobatlık yapması için zorladı. Çareyi şarkı söylemekte bulan Piaf 14 yaşındayken babasının yanında sokaklarda şarkı söylemeye başladı. Eğitimli değildi, alkole daha küçük yaşlarda başlamıştı. Bir gün Fransa'nın ünlü müzikhollerinden birinin sahibi olan Louis Leplee onu keşfetti. Piaf'ın lâkabı "Kaldırım Serçesi" oldu. Fransa tarafından bir "gurur abidesi" olarak kabûl edildi. Ne var ki yağmurlu bir günde trafik kazası geçirdi ve o yüzden hayatı boyunca boynu kambura benzer bir şekilde yürümek zorunda kaldı. Ama asıl hayatının dönüm noktası olan acıyı hayatında en çok sevdiği erkek olan, orta siklet dünya şampiyonu boksör Marcel Cerdan'ın hayatına girmesiyle yaşadı.

Çünkü Cerdan başkasıyla evliydi. Marcel Cerdan, Fransa dışında yaşadığı için Piaf, onu Fransa'ya çağırdı. Cerdan, Ekim 1949'da Paris'ten New York'a uçarken uçağı düştü. Ertesi günün sabahında Piaf, Cerdan'ın ölüm haberini alınca adeta yıkıldı. Bu olay üzerine hiç dinmek bilmeyen ağrıları nedeniyle, morfin bağımlısı oldu ve hayatının son yıllarını ağrılar içinde geçirerek yaşadı. Fransız rivierasındaki Plascassier'de 1963'te karaciğer kanserinden öldü.

MANİK- DEPRESİFLİK PLATH'İN HAYATINA MAL OLDU

1963 yılında daha 30 yaşındayken intihar eden başarılı şair Sylvia Plath'ın hayatı, Gwyneth Paltrow'un ünlü şairi canlandırdığı “Sylvia” filmine aktarıldı. ABD'li şair ve yazar olan Plath, trajik yaşamı ve depresyonu üzerine ayrıntılı bilgiler veren Sırça Fanus kitabının yazarı olarak bilinir. İlk şiirini 8 yaşında yayımladı. Çok yetenekliydi ama hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozukluğuyla mücadele etti. 1950 yılında bursla girdiği Smith College'deki ikinci yılında ilk intihar girişiminde bulundu ve bir akıl hastanesine yatırıldı. Kazandığı Fulbright bursuyla Cambridge Üniversitesi'ne giderek çalışmalarını burada sürdürdü. Plath burada 1956 yılında evleneceği İngiliz şair Ted Hughes'la tanıştı. Evliliklerinin ardından Londra'da kısa süre yaşadıktan sonra North Tawton'a yerleştiler.

Çiftin sorunları bu dönemde başladı ve ilk çocuklarının doğumundan kısa süre sonra Sylvia Plath Londra'ya geri dönerek sadakatsizlik nedeniyle boşanma işlemlerini başlattı. 11 Şubat 1963'te, ikinci kattaki odalarında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, kafasını fırının içine sokarak intihar etti.


SAKATLIK VE ÇEKTİĞİ ACILAR FRİDA'YI RESSAM YAPTI

Omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşayan ve 32 kez ameliyat edilen Frida Kahlo'nun fırıtınalı yaşamı "Frida" ismi ile sinemaya aktarıldı. Asıl adı Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon olan ünlü ressam, resimleriyle olduğu kadar inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile de tanınıyor. 1907'de Mexico City'nin güneyindeki Coyoacan'da, dünyaya gelen Kahlo'nun, 6 yaşındayken geçirdiği çocuk felcinin sonucu olarak bir bacağı özürlü kalmış, kendisine "Tahta Bacak Frida" denmişti. Bu özrüyle başetmesini bilen Frida'nın hayatını 19 yaşında geçirdiği bir trafik kazası değiştirdi. Okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu çok kişinin öldüğü kazada, trenin demir çubuklarından birisi Frida'nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmıştı. Kazadan sonra tüm hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçti. Kazadan bir ay sonra hastaneden çıktı, ailesinin teşvikiyle sıkıntı ve acıdan kaçmak için resim yapmaya başladı. Yatağının tavanındaki aynaya bakarak oto-portreler yaptı. Hayatına 143 resim sığdırdı.


HERŞEYE RAĞMEN 'YAŞASIN YAŞAM' DEDİ

Kahlo, ünlü ressam Diego Rivera'la tanışarak evlendi. Ama eşinin sadakatsizlikleri nedeniyle 1939 yılında ayrıldı. Dayanılmaz acılarla başa çıkmak için bütün gücüyle resim yaptı, Amerika ve Fransa'da sergiler açtı. Yine 1950'de omurgasındaki sorunlar nedeniyle hastaneye kaldırıldı ve 9 ay hastanede kaldı. 1954'te ise çocuk felci nedeniyle sakat olan sağ bacağı kangren yüzünden kesildi. Frida Kahlo, 1954'te, akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde; arkasında bıraktığı son tablosu; Yaşasın Yaşam isimli bir natürmorttu.



13 yıl önce