|
Rakka’da PYD-DAEŞ pazarlığı, Türkiye’de muhafazakâr-laik yakınlaşması

“AK Parti ve Atatürkçülük” tartışmaları üzerine en çok konuşulan yorumlardan biri Abdülkadir Selvi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atatürk’ü ön plana çıkarmasının ardında ‘yüzde 50+1’ hedefinin yattığını ifade etmesiydi.

Selvi, yılların Ankara gazetecisi, parti kulislerinin nabzını iyi tutuyor. 2019 hesapları sıkça konuşulurken, Selvi’nin iç siyasete dair yorumu tartışmaya değer. Ama iç siyasetle bölgesel ve küresel gelişmelerin iç içe geçtiği dönemde bu okuma tek başına yeterli midir?


Yazıya nereden başlayayım da fikrimi nasıl anlatayım diye düşünürken Filistin asıllı Lübnan vatandaşı sevgili arkadaşım Baker Atyani’nin mesajı imdadıma yetişti. Baker, Asyalı militan gruplar üzerine çalışan, Bin Ladin’le 11 Eylül öncesi son röportajı yapan, 2012’de Filipinler’de Ebu Sayyaf örgütü tarafından kaçırılıp 18 ay Sulu adasında ormanın ortasında bir kafeste tutulan, bu nedenle de ‘Arap Baharı’ denilen sürecin kışa dönüşünü kaçıran bir gazeteci. Bakir’in mesajı sadece bir videodan ibaret: Tarih 3 Ocak 2012, Cumhurbaşkanı Erdoğan henüz Başbakan. AK Parti Grup Toplantısı’nda konuşurken içeri Gazze yönetiminin eski Başbakanı İsmail Haniye giriyor. Alkış kıyamet... Haniye kürsüye çıkıyor, Erdoğan’a sarılıyor ve birlikte salonu selâmlıyorlar. Baker’in gönderdiği AHaber yayınından alınan videonun üzerine bir de ‘Diriliş’ dizisinin jenerik müziği giydirilmiş. Zamanın ruhunu birebir anlatan bir enstantane... Değil Gezi olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz, henüz 7 Şubat MİT krizi bile yaşanmamış. DAEŞ’miş, IŞİD’miş, henüz ortaya yok.

Haniye bir süre önce başbakanlığı bırakıp Hamas Siyasi Büro Şefi Halid Meşal’in yerini aldı. Hamas ise el Fetih’le anlaşarak Gazze’nin yönetimini uzlaşı hükümetine bıraktı. Ama bundan da önce siyasi vizyon belgesini yenileyerek, 1967 sınırlarını kabul edeceklerini duyurdu, yıllar sonra “Müslüman Kardeşler teşkilatının bir kanadı olduğu” vurgusunu bıraktı. Yine de geçiniz İsrail’i, Suudi Arabistan müftüsü Abdülaziz Ali Şeyh’e dahi yaranamadı. Bu hafta “İsrail’le savaşmanın caiz olmadığı” fetvasını veren müftü, Hamas’ın da terör örgütü olduğunu söyledi.

Mısır’daki darbeden beri Müslüman Kardeşler’le ilişkili olmak ‘terör örgütü’ olmakla eşdeğer. ‘Arap Baharı’nın başında Batı’da esen Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ yani ‘liberalizmin zaferi’ tezlerinin yerini, sandıklardan Müslüman Kardeşler çıktıkça, “Yoksa bu İhvan Baharı mıydı” korkusu sarınca, baharın kışa nasıl çevrildiğini hatırlıyoruz; seçimlerin yerini darbelerin, sivil eylemlerin yerini terör örgütlerinin alışını da. Liberalizmin değil de İslâm’ın kazanacağı, ‘ılımlı İslam’ projelerinin değil de seçimle başa gelen Müslüman siyasetçiler öne çıkacağı belli olunca, eski rejimler, askeri yönetimler, diktatörler de ehven-i şer oldu; olmuyorsa ülkeler paramparça olacaktı; sorun yoktu.

Mısır’da bugün darbeci Sisi’nin cunta rejimi yönetimde, Hüsnü Mübarek dışarıda, Muhammed Mursi içeride. Libya hâlâ eski rejim ve ‘İslâmcılar’ arasındaki iç savaşta. Direnenlerin sonu bu iki alternatiften biriyken Tunus’ta Nahda lideri Gannuşi, bu kıskaca girmemek adına anlaşmaya gitmeyi tercih etti. Eski diktatör Bin Ali’nin adamı olarak bilinen es Sibsi Cumhurbaşkanı oldu; Gannuşi, “laiklerle İslâmcılar anlaşmalı” diyerek iktidarı paylaştı. Dahası geçen yıl ‘Siyasal İslâm’dan da vazgeçtiklerini de söyledi. Ama bu tavizlerin hiçbiri es Sibsi’ye yetmemiş olacak ki, bugüne kadar sessizliğini korusa da şimdilerde Nahda’nın “sivil alandaki varlığına izin vererek” hata yaptıklarını söyleyip Tunus’taki siyasi sistemi gözden geçireceklerini dile getiriyor.

Kuşkusuz, Suriye’de Esad rejiminin dünyaya, “Beni mi tercih edersiniz yoksa DAEŞ’i mi” sorusunu soracak zemini hazırlaması, terse dönüşün en büyük belirleyicisiydi. Muhaliflere sunulan “Ya sakallarınızı kesip ‘ılımlı’ olursunuz ya da böyle kalıp ‘DAEŞ’in yanına eklenirsiniz,” tehdidi rejimin hanesine artı olarak yazılırken, Batı ‘seküler’ diye ‘Marksist-Leninist’ PKK/PYD’yi besledi büyüttü. ‘DAEŞ’ fenomeni, ibreyi eski rejimlere çevirmekle kalmadı, aynı zamanda Müslümanların ‘Ümmet Birliği’ hayalini de yakıp yıktı. Burun kıvrılan ‘ulus-devletçilik’ yeniden gözde oldu.

Bugün Ortadoğu’da Arap Baharı’nın yerinde yeller eserken, eski rejimlerin geri döndüğü yerlerde despotlukla stabilize sağlanmış, dönemediği yerlerse terör ve iç savaş kıskacında kalmışken, Suudi Arabistan bile Trump’a verdiği milyarlarca dolar rüşvet karşılığı önündeki birkaç yılı satın alarak ‘Ilımlı İslâm’a geçiyoruz” derken, yaşananlar burayla da sınırlı kalmadı. Batı’da yükselen yabancı düşmanlığı ayrılıkları getirdi; faşizm yükseldi. ABD’de Trump gibi biri başkan oldu. Onu bırakın ‘demokrasinin beşiği’ gibi lanse edilen AB, sözünün üstüne söz tanımayan despot bir yapıya döndü. Çin’in açıkladığı yeni çağ doktrini ‘modern sosyalizm’le bu küresel dönüşümün sadece ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik bakımdan da kazananı olduğunu gösterdi. Rusya, Suriye’nin yanı sıra Batı’ya açtığı cephelerle de günün diğer kazananı oldu.

Artık ‘DAEŞ’ diye bir aparata ihtiyaç kalmadığı için Rakka’daki gibi kirli pazarlıklar, hem de ‘ortak düşman’a karşı uzun süre ittifak edenler tarafından açıklanıyor. Belli ki, İngilizler Londra’dan New York’a taşınan Körfez sermayesinin intikamını kirli çamaşırları ortaya dökerek alıyor. Türkiye’deyse en az AK Parti’nin Atatürk çıkışı kadar, Batı’nın yıllardır AK Parti’ye karşı yürüttüğü ‘DAEŞ’le işbirliği’ kara kampanyalarını, “İşte gördünüz mü? Erdoğan Sünni cihatçılara destek veriyor” diye köpürten ulusalcıların da dönüşümü ve ‘antiemperyalist’ işbirliği tabelası altında iktidar umuduyla AK Parti politikalarına verdiği destek de dikkati çekiyor.

ABD’nin alçak politikalarına karşı yükselen anti-Amerikancılık sonucu yerli ve milli olmakla Avrasyacılığı (kayıtsız şartsız Rusya destekçiliğini kast ediyorum) birbirine karıştıranlar, Erdoğan’ın da tepki gösterdiği ABD-Rusya’nın Suriye hakkındaki ortak açıklamasının yakın geleceğe dair ne tür işaretler taşıdığını görmüyor olabilir. Yeni Türkiye, Batı’nın dayattığı FETÖ’nün ‘Ilımlı İslâmcılığı’nı seçmek ya da “DAEŞ’i destekleyen ülke olmak” şantajından çıkıp iç huzuru sağlamak adına ‘eski Türkiye’ ile barış yapmayı seçmiş olabilir. Peki, bu sürdürülebilir mi, muhafaza edilebilir mi? Batı, Müslüman dünyayı daha da parçalamak için DAEŞ gibi yeni bir ortak düşman üretene kadar olabilir. O yeni aparat bulununca işler yine değişir.

#Rakka
#PKK
#DEAŞ
#Türkiye
#Laiklik
#Muhafazakarlık
6 yıl önce
Rakka’da PYD-DAEŞ pazarlığı, Türkiye’de muhafazakâr-laik yakınlaşması
Kara dinlilerle milletin savaşı
Köprü
Yenildiler
Jeopolitik buhran
Ortadoğu’da bölgesel savaşın yeni aşaması