|
Türk modernleşmesini tezkire ile hatırlamak
Türkiye’nin siyasal beden bütünlüğü arayışı aslına bakarsanız ne bugün başlamış birşeydir ne de tarih boyunca sorunsuz yaşandığı herhangi bir dönem olmuştur. Her dönem belli süreçlerden, vetirelerden geçip tarihsel olarak her dönem farklı şekillerde teşekkül etmiştir.
İnsanların kendilerini nasıl bir toplumsal ve siyasal beden bütünlüğü içinde tasavvur ettikleri, beraber yaşadıkları insanlarla nasıl bir velayet ilişkisi içinde olduklarını da gösterir.
Medine’de Müslümanların hicretiyle birlikte
Yesrib
şehrinin toplumsal bünyesine dahil olan insanlar oraya
Evs ve Hazreç
kabilelerinin açtığı kapıdan buyur edilerek bir kardeşlik toplumu tesis ettiler. Ancak orada Yahudiler de vardı ve onlar da
Yesrib
’i beraber paylaştıkları Evs ve Hazreç’in kararına uyarak Peygamber liderliğindeki muhacirlerle yeni bir toplum oluşturmayı kabul ettiler.
Oluşan toplum insanlık tarihinin en erken anayasa metinlerinden sayılabilecek bir sözleşme ürettiler.
Bu sözleşmede Kureyşli Müslümanlar, Evs, Hazreç ve Yesrib’deki Yahudi kabileler hep birlikte bir “ümmet” oluşturacaklardı.
Medine’ye yönelik herhangi bir saldırıyı hep birlikte üstleneceklerdi
. Bu sözleşmede “ümmet” kavramının sadece Müslümanları kapsamadığı bir vatandaşlık bağını tanımlıyor olduğu dikkat çekicidir.
Ancak bu vatandaşlık bağlarını Yahudilerin savaş esnasındaki tutumu zamanla çözecek ve onlarla yollar ayrılacaktı. Bu tarihsel bir zorunluluk değildi elbette, Yahudiler sözleşmelerine bağlı kalmış olsalar o bünye o şekilde işlemeye devam edebilirdi de.
Osmanlı’nın altı yüzyıl süren hükmü bu ümmet tanımının toplumsal farklılıklardan oluşan bir beden bütünlüğünü sağlamadaki başarısını gösterir.
Bu esnada Osmanlının ortaya koyduğu bütün siyasi, toplumsal modellerin her türlü toplumsal ve tarihsel etkileşimden münezzeh ve özgün modeller olduğunu kimse söyleyemez.
Osmanlı’nın ve aslında bütün İslam ülkelerinin en büyük başarısı dışarıdan öğrenmeye, almaya, iktibas etmeye ve kendi ruhlarını katarak geliştirmeye çok açık olmalarıdır.
Marshall Hodgson
’ın genel olarak İslam medeniyetinde çarpıcı olarak gördüğü bir özelliktir bu. Burada Kiliseler ve Havralar bile İslam medeniyetinin genel konfigürasyonu içinde, anlamlı bir bütünlüğün bir parçası haline gelirler ve herkes kendini bu bütünlüğe ait hisseder.
Yeni fikirleri, kurumları ve insanları alıp oradan yeni sentezlere ulaşmak, melez kültürler üretmek İslam medeniyetinin rutinlerindendir. İşin özünde aslında İslam’ın haram kılmak değil, insanların birbirleri üzerine otorite kurmak üzere yasakladıklarını çözmek üzere gelmiş olması yatıyor.
Eşyanın aslında ibahat, insan davranışının özünde özgürlük vardır ve insan aklının veya gelişiminin ürettiği her şeye peşin peşin ve hangi ölçülere dayandığı belli olmayan yargılarla haram, yasak, kötü yaftalamalarıyla engellemek insanlığın önünü tıkar.
Osmanlı’nın son iki yüz yılda şu veya bu süreçler ve nedenlerle Batı’ya kaptırdığı bilimsel ve teknolojik üstünlük çağında da
bu öğrenme-alma süreçlerini hiçbir komplekse kapılmadan devam ettirdiğini söyleyebiliriz.
Batı’da yeni keşifler yapılmış, bilimde ve teknolojide ilerlemeler kaydedilmiştir. Bunların en doğal yollarla alınıp iktibas edilmesi devlet eliyle olmuştur. Bizzat devletin Batı’ya bu iktibası gerçekleştirmek üzere gönderdiği öğrenciler, diplomat ve bürokratların bir kısmı bu iktibası yaparken İslam’ın ruhundan, yaşam tarzından uzaklaşarak ideolojik bir büyülenmeye de maruz kalmıştır. Maruz kalmayıp işin özünden çıkmamış olanlar da çok olmuştur.
Osmanlı modernleşmesi bu şekilde kendi seyrinde ilerlerken yaşanan I. Dünya Savaşı ve ardından bu modernleşmenin bütün İslam dünyasına bir işgal ve emperyalizm olarak yansıması modernleşmeye karşı Müslüman tecrübesini aşılması zor bir travmatik etkiyle özdeşleştirmiştir.
Tezkire dergisi
30. Yılının son sayısını
Türk modernleşmesi
üzerine bir dosya konusuna ayırmış. Aslında derginin çıktığı günden beri bu konu üzerinde en çok durulan konulardan biri.
Tam da sürekli tezkir edilmesi gereken, unutulmaması gereken bir olaydır çünkü
modernleşme veya modernleşmeme tecrübemiz
. Bu konuda her zaman ilk etapta hatırlanması gereken şey
Türk modernleşmesinin özellikle I. Dünya Savaşından sonra doğal seyrinden çıkıp bir zorlamaya dönüşmüş olmasıdır.
Her zorlamaya karşı bir direnç oluşur ve Türk modernleşmesinin kendi iç dinamikleriyle ele alınması her zaman çözümlemeleri eksik bırakmaya mahkûm olur.
Tabi zorla da olsa, yaşanan bir tecrübedir ve onun bütün boyutlarıyla ele alınması gerekir. Bu noktada tezkire
’nin 78. sayısında yer alan yazılar bu tecrübeyi farklı boyutlarıyla ve genç ufuk-açıcı akademisyen-entelektüellerin kalemiyle ortaya koyuyor.
Sakarya Üniversitesi’nden
Mustafa Kemal Şan
mesela
“radikal modernleşme”
olarak nitelediği Türk modernleşmesini yol açtığı
“bölünmüş toplum”
neticesi açısından ele alıyor. Buradaki bölünme tam da yeni yapılan, gelişen veya yaşanan tecrübenin bir toplumsal beden bütünlüğü oluşturma konusundaki acziyetinin altını çizer.
Batman Üniversitesi’nden
M. Veysel Karata
ş ise Türk Modernleşmesini her zaman
“Batı kıskacında
” olma boyutuyla görüyor ve bunun ortaya çıkardığı özgünlükleri yakalamaya çalışıyor.
Kıskaçtaki tecrübe de bir tecrübedir
elbet ve bu da toplumun önemli bir kesiminin sürece yabancılaşması hatta siyasal bedende hissedilen bir sancı olarak yaşanır.
Ayşe Sili Kalem’
in
“Paradoksal Modernlik ve Türk Modernleşmesinde Yeni Arayışlar”
,
Hicret K. Toprak
’ın
“Cumhuriyetin Kurucu Tahayyülünde Din”
, Fatih Akyüz
’ün
“Cumhuriyet Modernleşmesi Bağlamında Ziya Gökalp’te Kurtuluşun ve Terakkinin Reçetesi”
,
Mustafa Güneri
gök’ün
“Müslüman Saat’ine Ağıt: Zamanın Modernleşmesine Dair Bir Deneme”
,
Muhammed Hükü
m’ün
“Nesneye Sinmiş Şiir: Edip Cansever Şiirinde Yalnızlık, K
a
ramsarlık ve Modernizm
”,
Ahmet Faruk Güler
’in
"Cumhuriyetin İlk Dönem Romanlarında Mekan, D
e
ğişim ve Modernizm”
,
Betül Karakoyunl
u’nun da
“Nurettin Topçu’nun İdeal Yönetim Anlayışı, Devlet ve Anadolu Sosyalizmi
” başlıklı makaleleriyle yer aldığı dosya konulu dergide Türk modenleşmesi üzerine yayınları olan Afyon Kocatepe üniversitesi rektörü
Prof. Mehmet Karaka
ş ile bir söyleşi ve
Mahmut Hakkı Akın, Özge Seda Uğraş, Recep Bozkurt ve Rukiye Geçer’i
n kitap-eleştiri ve katkıları da yer alıyor.
Yunus Badam
’ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı derginin bu sayısı Sakarya Üniversitesi’nden
Doç. Dr. Mustafa Günerigök
tarafından hazırlanmış.
#Yesrib
#Evs
#Hazreç
#Medine
2 yıl önce
Türk modernleşmesini tezkire ile hatırlamak
Erbakan, CHP’li senatöre ne demişti?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?