
Harvard Üniversitesi’nde 54 yıldır kesintisiz olarak yayınlanan Doğu Dilleri ve Edebiyatlarının Kaynakları (SOLL) kitap serisi ile 47 yıldır neşredilen Türklük Bilgisi Araştırmaları (TUBA) dergisinin editörlüğünü Prof. Dr. Gönül Tekin ve Emeritus Prof. Dr. Günay Kut gibi kıymetli isimlerin yanında genç bir Eski Türk Edebiyatçısı Dr. Ozan Kolbaş üstleniyor. Kolbaş, genç akademisyenlere de akademik dünyada yol açan bu yayında beraber çalıştığı hocalarıyla ilgili, “Hoca-talebe ilişkisinin bittiği bir devirde, alanımızın bu iki büyük ismiyle tanışmam, yıllar boyunca beraber çalışma fırsatı bulmam ve tecrübelerinden faydalanmam benim için tarif edilemez bir bahtiyarlık” ifadelerini kullanıyor.
Doğu Dilleri ve Edebiyatlarının Kaynakları/Sources of Oriental Languages and Literatures adlı kitap serisi ile Türklük Bilgisi Araştırmaları, orijinal adıyla “Journal of Turkish Studies”, Amerika Birleşik Devletleri’nin seçkin okullarından Harvard Üniversitesi’nde Türk, İslâm ve Orta Asya kültürlerinin ana kaynaklarını araştırmak ve yayımlamak üzere uzun yıllardır yayın hayatına devam ediyor. Eski Türk dilleri profesörü Şinasi Tekin’in öncülüğünde çıkarılan derginin ilk sayısı, 1977’de Fahir İz’le birlikte ve Yakın Doğu Dilleri Ve Medeniyetleri Bölümü bünyesinde neşredilmiş. Birkaç sayı sonra dergiye Prof. Dr. Gönül Tekin ve Emeritus Prof. Dr. Günay Kut gibi kıymetli isimler editör olarak dahil olmuş. Kesintisiz biçimde günümüze kadar devam eden bu yayın faaliyetinin en genç ve üçüncü editörü ise Dr. Ozan Kolbaş. Eski Anadolu Türkçesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde kaleme alınmış edebî eserlerin tahlili ve klasik Türk edebiyatının mitolojik kökenleri üzerine çalışmalar yapan Kolbaş, henüz lisans üçüncü sınıftayken Prof. Dr. Gönül Tekin ile bir konferans sonrası tanışmış. 2016’da ise yüksek lisans tezinde içinden çıkamadığı durumlarda sık sık hocanın kapısını çalmış. Bu vesileyle Prof. Dr. Günay Kut ile de bir araya gelmiş. Böylece aralarında uzun yıllar sürecek güçlü bir hoca-talebe ilişkisi doğmuş. “Hocalar kalemle yazmaktan, kağıtla haşır neşir olmaktan zevk alan bir neslin çocukları. Bense Eski Türk Edebiyatına fazlasıyla meraklı, teknolojinin içine doğmasa da bu kolaylığa kıyısından dâhil olmuş yeni nesilden bir talebeyim. El yazısı makalelerin yayımlanması için bilgisayara aktarılması lazım. Hocalar bu işi bana teklif etti, ben de büyük bir sevinç ve memnuniyetle kabul ettim” diyen Kolbaş hoca-talebe ilişkisinin hemen hemen bittiği bir devirde, Eski Türk Edebiyatı alanında bu iki büyük isim ile beraber çalışma fırsatı bulmasının tarif edilemez bir bahtiyarlık olduğunu söylüyor.
Derginin hikâyesinden önce, esasında dergiyle bağlantılı olan ve yine aynı kurumda, yayın hayatı Şinasi Bey tarafından başlatılan Sources of Oriental Languages and Literatures /Doğu Dilleri ve Edebiyatlarının Kaynakları (SOLL) adlı kitap serisinden bahsetmem gerekir. Çünkü derginin hikâyesi, bu kitap serisinden sonra başlıyor. Şinasi Bey, 1970 yılı öncesinde; Türk-İslâm medeniyeti dairesinde kaleme alınmış tarihî ve kültürel eserlerin incelemesiyle, transkripsiyon harfli edisyon-kritiğiyle ve tıpkıbasımıyla yayımlanması, bu sayede bilim dünyasına sunulması gerektiğini düşünüyor. Bu konuya, 1962 yılında yayımladığı bir kitap incelemesinde de değinmiş. 1970 yılında yayımlanan serinin ilk kitabı, Şinasi Bey tarafından hazırlanan Uygurca bir eserin tıpkıbasımı. Bu kitabın ön sözünde serinin amacını da açıklamış. Tabii o yıllarda yazma eserlere ulaşmak çok zor, herhangi bir eserin kopyasını elde etmek aylar sürebiliyor. Bu nedenle en temel amaçlardan biri, ulaşılması zor el yazması kaynakları İngilizce ve Türkçe birer girişle tıpkıbasım hâlinde bir nevi çoğaltıp ulaşılabilirliğini artırmak, bu sayede ilgili alanlarda çalışan araştırmacılara malzemeyi kolaylıkla işleme olanağı sunarak bu yazmalardan doğrudan doğruya yararlanmalarını sağlamak. Dizinin belli başlı üç alanı kapsayacağı da belirtilmiş: I. Türkçe kaynaklar (İslâmlık ve İslâmlık öncesi), II. İslâm kaynakları (Arapça ve Farsça), III. Orta Asya kaynakları (Moğolca, İran dilleri, Sanskrit, Tibetçe ve benzeri). Hocam Prof. Dr. Gönül Tekin, 1976 yılında Şinasi Bey’le evlenince Gönül Hanım da bu serinin en önemli ve kilit isimlerinden biri hâline geliyor.
Yayımlar bir okul vazifesi görüyor
Canla başla, bıkmadan usanmadan, ekonomik güçlükler içerisinde bu yayın faaliyetini her yıl sürdürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Eski yazı metinleri kusursuz yayımlamak bir hayli zordur. Muazzam bir dikkati gerektirir. O dönemlerde transkripsiyon harfleri dediğimiz çeviriyazı alfabesini baskıya aktarmak da ayrı bir mesai gerektirdiği gibi zorluk çıkarıyor. Her bir harfin altına üstüne cımbızlarla bu noktaları, çengelleri, çizgileri ekliyorlar vs. Neticede özellikle Türkoloji sahasında çalışan pek çok akademisyen, Şinasi Bey’in açtığı yol sayesinde, bu seriden edebiyatımız, tarihimiz ve kültürümüz için kaynak niteliği taşıyan kitaplar neşrediyor: Dîvânu Lugâti’t-Turk, Saltuk-nâme, Heşt-Behişt, Bâbür-nâme, Dânişmend-nâme, Battal-nâme ve Çeng-nâme bir çırpıda aklıma gelenler. Hocam, Emeritus Prof. Dr. Günay Kut da hemen hemen başından beri yayımların editörleri arasında. Gelen kitaplar birlikte değerlendiriliyor, karar veriliyor ve editörlük süreci başlıyor. Bu serinin önemli bir diğer amacı, henüz yolun başındaki genç akademisyenlerin çalışmalarını yayımlayarak onlara akademik dünyada yol açmak. Editörlük süreci, kitabın yazarıyla birlikte masa başında çalışılarak ilerliyor. Bu süreç, gençlere bu büyük hocalarla çalışma ve onların onlarca yıllık meslekî deneyimlerinden faydalanma imkânı sunarken aynı zamanda bir okul vazifesi de görüyor. Her yıl bu seriden beş cilt kitap neşrediliyor. Bugünden bakıldığında bu seri, yıllar içerisinde Türkoloji araştırmalarının en prestijli serilerinden biri hâline geliyor. Prof. Dr. Nuran Tezcan, bir yazısında bu yayın faaliyetini özellikle “eski edebiyat alanında bilimselliğin ölçütü” olarak değerlendiriyordu. Bu sene, serinin 54. yılı ve 160-164. ciltlerini yayımlayacağız. Bu uzunca ama önemli girizgâhın ardından şimdi derginin hikâyesine dönebilirim, yani 1977 senesine. Kitap serisi devam ederken Şinasi Bey’in aklına bu yayımlara paralel olarak yine aynı amaçlar doğrultusunda bir dergi neşretmek fikri geliyor. Bahsettiğim sahalarda çalışan akademisyenlerin, çalışmaları neticesinde ulaştıkları sonuçları akademik dünyayla özgürce paylaşabilecekleri, istedikleri dilde yayın yapabilecekleri, kelime ve sayfa sınırı olmayan bir mecra yaratma fikri. Neticede, Kuzey Amerika’nın ilk Türkoloji dergisi olan TUBA’nın birinci cildi, 1977 yılında Prof. Dr. Fahir İz ve Prof. Dr. Şinasi Tekin’in editörlüğünde yayımlanmış oluyor.
Hocaların çalışmalarıyla tanışmam lise yıllarıma uzanıyor. Lise ikinci sınıfta, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girmeye kesin olarak karar vermiş bir öğrenciyken büyük bir merakla alanla ilgili kitapları okuyor; lisans yıllarımda da yoğun olarak özellikle Eski Türk Edebiyatı alanında yazılmış kitapların peşinde koşmaya devam ediyordum. Malum, kitap kitabın kapısını açar. Bu süreçte çoğu kitabın kaynakçasında hocaların isimlerini görüyor, bu sefer onların eserlerine ulaşmaya çalışıyordum. Yıl 2013, lisans üçüncü sınıftayken Gönül Hanım’ın bir konferansından haberdar oldum. Dersi ekip bu konferansa katıldım. Gönül Hoca’yla tanışmam, kitabı Çeng-nâme’yi imzalatmam ve telefon numarasını vermesi bu tarihte. Tabii Gönül Hanım’ın vesilesiyle Günay Hoca’yla da tanıştım. 2016’da, yüksek lisans tezimi yazdığım sıralarda içinden çıkamadığım durumlarda Hoca’nın çok yardımını gördüm. Bu sayede beraber çalışmaya başlamış olduk. Hocalar kalemle yazmaktan, kağıtla haşır neşir olmaktan zevk alan bir neslin çocukları. Bense Eski Türk Edebiyatına fazlasıyla meraklı, teknolojinin içine doğmasa da bu kolaylığa kıyısından dâhil olmuş yeni nesilden bir talebeyim. El yazısı makalelerin yayımlanması için bilgisayara aktarılması lazım. Hocalar bu işi bana teklif etti, ben de büyük bir sevinç ve memnuniyetle kabul ettim. Böylece bu iki velut kardeşin birbiri ardına yazdığı makaleleri 2016 yılından beri bilgisayara aktarmaya başladım. Yazdıktan sonra Millet Yazma Eser Kütüphanesi’ne veya evlerine gidiyordum, beraber mukabele ediyor ve son hâlini veriyorduk. Bu çalışmalarımız hâlâ devam ediyor. Hoca-talebe ilişkisinin ve silsilesinin hemen hemen bittiği bir devirde, alanımızın bu iki büyük ismiyle tanışmam, yıllar boyunca beraber çalışma fırsatı bulmam ve tecrübelerinden faydalanmam benim için tarif edilemez bir bahtiyarlık. Bu sırada dergi ve kitaplar, Gönül ve Günay hocaların nezaretinde yayımlanmaya devam ediyor tabii. 2017 yılında Günay Hoca bir rahatsızlık süreci geçirmişti. Bu nedenle SOLL serisinden çıkacak kitapların editörlüğünü yapamayacaktı. İşte o sırada, Gönül Hoca, altından kalkabileceğimi düşünmüş olmalı ki kadroya benim dâhil olmamı istedi. Bu sayede rahle-i tedrislerinden geçmeye başladım. Kitaplar üzerindeki çalışmalarımızı yürütüyor; nelere dikkat etmem, tarihî metinlere ne şekilde yaklaşmam, ne türden sorular sormam ve hangi ayrıntılı kaynakları kullanmam gerektiği gibi metot ağırlıklı detayları öğreniyordum. Serideki ilk editörlük tecrübem de böylece başlamış oluyordu. O günden beri sık sık bir araya geliyor, hangi kitapların basılacağına beraber karar veriyor, kitapların editörlüğünü üçümüz yürütüyor ve süreci takip ediyoruz. Hocalarım Prof. Dr. Gönül Tekin ve Emeritus Prof. Dr. Günay Kut’a sağlıklı ve verimli nice yıllar diliyorum…
Hilmi Yavuz ve Enis Batur’a armağan
Derginin en önemli özelliklerinden biri de 1978 tarihli ikinci sayısından sonraki hemen her bir sayının yaşayan hocalarımıza armağan, vefat etmişlere ise hâtıra olarak yayımlanması. Bu sayede; Türk dili, edebiyatı, tarihi ve kültürüne sağladıkları katkılar için kendilerine teşekkür etme veya hâtıralarını yaşatma fırsatı buluyoruz. Derginin girişinde ilgili kişinin fotoğraflarına, biyografisine ve bibliyografyasına yer veriyor; arkadaşları, meslektaşları veya öğrencileri tarafından yazılmış yazıların ardından akademik makalelere geçiyoruz. Armağan edilecek veya hâtırası yaşatılacak isimleri, yine hocalarla beraber düşünüyor ve belirliyor, daha sonra süreci misafir editör tayin ettiğimiz bir veya birkaç akademisyene devrediyoruz. Bu seneki 61 ve 62 numaralı iki cilt ise Hilmi Yavuz ve Enis Batur’a armağan olarak hazırlanıyor.
Eşsiz dilimiz layıkıyla bilinsin
Tamamen Şinasi Bey’in fikri. Bunun nedenini ne ben biliyorum ne de Gönül Hanım biliyor. Fakat 15. yüzyılda, İstanbul’un başkent olmasının getirdiği kültürel-siyasi değişim Türkçe kelime haznesinin ve cümle sentaksının özellikle Farsça ve Arapçayla yoğun bir ilişkiye girmesine de neden oluyor. Fatih’in entelektüel kimliği, Türkçenin tam anlamıyla İslâm medeniyetiyle kaynaşmasını da beraberinde getiriyor. Fatih’in tuğrası 15. yüzyılın ve sonrasının tarihini, kültürünü, edebî ve ilmî dilini yansıtıyor diye yorumluyorum. Tuğranın değiştiği tek bir sayı var: Orhan Şaik Gökyay Armağanı. Orhan Şaik Bey, derginin hazırlık sürecinde, hocalara kendine has tuğra istediğini söylüyor. Günay Hanım’la birlikte hattat bulup tuğra çektiriyorlar ve derginin kapağına Orhan Şaik Bey’in tuğrası konuluyor. Bir nevi kendi hükümranlığını ilân ediyor. Derginin 1988 yılında çıkan on üçüncü sayısından itibaren, kapağa, Fatih devri öncesini hatırlatan bir fon ekleniyor: Âşık Paşa’nın Garîb-nâme adlı eserinde geçen Türkçeyle ilgili beyitler bir gölge hâlinde eski yazıyla okunuyor. Bu beyitler, bir nevi bu yayımların da manifestosu: Eşsiz dilimiz Türkçe, tarihî dönemlerden bugüne layıkıyla bilinsin, okunsun ve uluslararası sahada bilim dili hâline gelsin…

Prof. Dr. Şinasi Tekin’in mirası
Yayımların yanında anılması gereken en önemli faaliyeti yine Şinasi Bey’in ve Gönül Hanım’ın üstün gayretleri sonucunda, 1 Temmuz 1997 yılında Cunda Adası’nda açılan Yoğunlaştırılmış Osmanlıca Yaz Okulu. Okul, her yılın Temmuz ayında açılıyor ve yoğun bir eğitim sürecinin ardından Ağustos ayının ortalarında kapanıyor. Bu sayede özellikle yabancı öğrenciler, Osmanlı Türkçesinin ayrıntılarını, eski harfli metinlerin yazı inceliklerini ve metinleri anlama noktasında nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini öğrenerek mezun oluyor. Bu vesile ile Türk kültürüne tarifi güç bir emekle yıllar boyunca hizmet etmiş Prof. Dr. Şinasi Tekin’i rahmetle anıyorum.
Türkçenin bilim dili olarak tanınmasını sağlıyor
Dergide İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, İtalyanca, Arapça, Modern Uygurca, Azeri Türkçesi gibi dillerde kaleme alınmış makaleler yayımlanmış ve yayımlanıyor. Ancak söz konusu, ana dili Türkçe olan akademisyenlerse, onların bu konuda özgürlük çemberini biraz daraltıyor ve makalelerini Türkçe yazmalarını istiyoruz. Arzu ederlerse Türkçesiyle birlikte farklı bir batı dilinde yayımlama özgürlüğünü de sunuyoruz. Nitekim Şinasi Bey’in amacı ve TUBA’nın bir diğer özelliği, Türkçenin bilim dili olarak gelişmesini ve tanınmasını sağlamak. Şinasi Bey’e göre ana dilimiz, söz konusu kendi kaynaklarımız olunca diğer dillerden önce gelmeli.