|
İçe yolculuk dışa yolculuk

Benim, öyle aman aman bir hayat maceram olmadı. Aslında ben hiç macera yaşadım diyemem. Öyleyse geriye dönülecek ve ondan koparılacak neyim olabilir benim?



En büyük zevklerimden biri, çantamı kitaplarımla doldurmak, kâğıtlarımı denkleştirmek, tükenmez kalemimi de yedekli olarak çantanın bir yerine yerleştirmek ve ver elini kahvehane...

Bütün günümü yalnızca çay içerek bir kahvehanede geçirdiğim az değildir. Öylesine ki, vaktin artık akşama döndüğünü oturduğum masanın üstüne elektrik ışığının vurmasıyla fark etmem yadırganası sayılmazdı. Eğer birkaç sayfa karalayabilmişsem ne mutlu bana. Çoğu kez dişe dokunur bir şey yazmadan yalnızca notlarımı almakla yetindiğim çok olmuştur. Yazıyı (öyküyü) genelde bir vuruştu çıkarırım. Öyle yapamazsam birkaç günümü, bazen haftalarımı, hatta yıllarımı alabilir o öyküyü kâğıda geçirmek. Yanımdaki kitapları karıştırıp dururum. O kitaplardan bir kelime yakalamaya çalışırım. O kelimeyi nadiren yakaladığım olur. Kitabı başından, sonundan, ortasından karıştırır dururum.

Yani bu mudur benim eski ânlarımdan koparmayı düşündüğüm enstantane?

Demek hiç yaşamamışım.

Elin oğlu, gözünü kırpmadan bilmediği bir ülkenin bilmediği kıyılarına, üstelik bir ordu tayfasıyla can pahasına, yelken açabiliyor. “Oraya gitmeliyim” diyebiliyor. Kralları, para babalarını harekete geçiriyor ve macerasına gözü kapalı ve gözü kararmış olarak atılıyor. Başarırsa ne âlâ! Başaramazsa kimin umurunda! Gelecek sefer başka krallar bulunur, başka para babaları devreye sokulur. Buna dışa yolculuk diyebiliriz.

Bir de içe yolculuk var: bir ömrü, birkaç kitap sayfasının arkasına takmak ve birkaç beyaz kâğıdın üstüne kara lekeler çiziktirerek geçirmek... Olacak şey değil! Ama hayatını salt bu işe vakfetmiş nice akıllı insan var şu dünyamızda. Macerasının sonunda yeni bir ülke keşfetmeye çıkmış maceraperest gibi, umudunun ardına düşerek okyanusun kara boşluğuna yelken açmış maceracının seferi gibi, yıllar yılı önündeki boş kâğıda bakarak, onun üstüne harfleri oturtmaya çalışarak ömrünü dolduranlar... Ya bir şey çıkmazsa? Ama ya çıkarsa?

Bu, tam da kumarbazın haleti ruhiyesidir. O, ya çıkarsa umudu... Bütün bir ömrü anlamlandıran dürtü, ya çıkarsa? Peki ya çıkmazsa? Yitirilecek olan şey nedir? Ömür! Ama ya çıkarsa? Kazanılacak olan? O da bir ömür...

Eğer yitirmişsen, aslında yitirdiğin şey değeri olan bir şey değildir. O ömrü herhangi bir başka şeye vakfetmiş olaydın, eline geçecek olan yalnızca yitirmeyi göze aldığın şey olacaktı. Öyleyse yitirdiğin şeyin bir değeri bulunmayacaktı. Ama kazanıldığında kocaman bir ömür kazanılmış olacak! Kazanılan bu ömür aslında yalnızca ona tahsis edilmiş bir ömür de sayılmıyor: insanlığa armağan edilesi bir ömür kazanılmış oluyor...

Eskiden, fermuarlı naylon çantamı koltuğumun altına yerleştirmek yetiyordu.

Şimdi, hayır özür dilerim... Şimdi, iş daha kolay... Benim o fermuarlı naylon çantamdan daha küçük ebatta bilgisayarlar var. Üstelik onun hafızasına dünyanın bütün kütüphanelerini yerleştirebilmen işten değil.

Demek ki bir daha o günlere gitmeye hazır olmadığım anlaşılıyor.

Çünkü orada ne bulacağımı bilmiyorum. Bulacağım şeyin işime yarayıp yaramayacağını, işime yarayacağını kabul etsem bile, bu kez o bulunan şeyin o eski anlardan birine denk düşüp düşmeyeceğini bilmiyorum. Kim bilir belki bilmem de gerekmiyor, bilemiyorum.

#İstanbul
#Çay
5 yıl önce
İçe yolculuk dışa yolculuk
FETÖ’cü Atatürkçüler bunu da yaptı
Kara dinlilerle milletin savaşı
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!