|
Temellerin duruşması

Nihâyet beklenen Biden-Erdoğan görüşmesi gerçekleşti. Yorumlar muhtelif.. Bunları, her biri yanılmaya açık spekülasyonlar olarak değerlendiriyorum. Yorumları yapanlar bizzat toplantıda bulunmadığı için, hatâlı değerlendirmeler yapmış olmak normal karşılanmalı. İşin gerçeğini elbette sâdece toplantının tarafları bileceklerdir. Ama zannederim ki şu kadarını kabûl etmek abartı olmayacaktır: Bu toplantıda son senelerde önlenemez bir istikrarsızlığa sürüklenmiş olan Türkiye Cumhûriyeti-ABD-NATO ilişkilerini düzene ve istikrara kavuşturabilecek bir netice çıkmış değil. Türkiye apaçık ve mütemâdiyen dışlanıyor. Meselâ NATO için açık bir gerilim sahası olarak belirlendiği âşikâr olan Karadeniz’de kolayca tâkip edilebildiği kadarıyla, ABD , yatırımlarını kadim müttefiki olan Türkiye’yi dışlayarak, başka zeminlerde gerçekleştiriyor. ABD’nin gözünde Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Türkiye’den çok daha fazla îtibar kazanmış durumda.

Türkiye’deki yaygın algı, müttefikliğe yakışmayan bu durumun ârızî olduğu istikâmetinde. Bakış bu olunca beklenti de ilişkilerin şu veyâ bu şekilde düzelebileceği ihtimâlinde odaklanıyor. Esas sorun da bu. Esrâr,Türkiye Cumhûriyeti-ABD veyâ Türkiye Cumhûriyeti-NATO ilişkilerinin unutulmuş târihinde yatıyor. Çok defâ gözden kaçırılan, daha şekilleniş aşamasındaki durumlar..Basitçi ve yaygın zan, Türkiye’nin II. Genel Savaşın ardından Rusya’dan gelen ağır işgâlci tehditleri karşılamak için NATO’ya girmek azim ve kararlığı gösterdiği istikâmetindedir. Kendi nâm ve hesâbıma, esâsen, Stalin Rusya’sından gelen bu yayılmacı tehdidin, sebep olmaktan çok hızlandırıcı bir tesiri olduğunu düşünürüm. II. Genel Savaş, o zamâna kadar mukadderatımızı bir şekilde bağladığımız Avrupa devletleri ve Sovyetler Birliği’nin ağır tahribatı ile neticelenmişti. Para da, güç de artık Okyanus ötesindeydi. Bütün devletlerin alâkası yeni düzenin kaynaklarını elinde tutan ABD’nin yapacağı dağılımdan ve kuracağı yeni işbölümünden en yüksek hisseyi almaya adanmıştı. Bu işbölümünde karşı-düşman kamp olarak işbölümüne sokulan Sovyetler Birliği için de örtük olarak aynı durum geçerliydi. Savaş şartlarında alabildiğine fakirleşen Türkiye için iki yol vardı. Yeni sistemin işbölümüne ya eski yakın ilişkilerini kullanarak Sovyet Kampı üzerinden dolaylı olarak veyâ NATO üzerinden doğrudan girecekti. İşte tam da burada, muhtemelen votkanın da eşlik ettiği bir zafer sarhoşluğuyla Türkiye’den toprak talep eden Sovyetler, ihtimâlleri tek’e indirmiş oldu. Zaman zaman bu aşırı tâlebin aslında Sovyetler Birliği’nin stratejik bir hatası olduğunu düşünürüm. Meselâ Sovyetler, Türkiye ile arasındaki ikili anlaşmaları yenilese; hattâ geliştirip derinleştirerek bizi kendi safında tutsaydı, tablo ne olurdu? Hemen başka sorular üşüşüyor. Türkiye bunu hemen kabûl eder miydi? Türkiye’nin elbette kaynaklara, dolaylı, yâni Sovyetler üzerinden değil, doğrudan yakın olmayı önceleyecekti. Belki de ikili anlaşmaları yenilemek istemeyen, yenilese bile ilk fırsatta lağvedecek taraf yine Türkiye olabilirdi. Zihnimi meşgûl eden bir başka mesele ise Sovyetler’in ilişkileri bıçakla kesip atar gibi sona erdirmesi kendi aklıyla mı oldu; değilse başka bir yerlerden kendisine dikte mi edildi? Her neyse, neticede olan oldu ve Türkiye ABD ve NATO kapılarında yalvar yakar boy gösterir hâle geldi.. Evet, belki târihsel mecbûriyetler üzerinden teselli bulabiliriz ama neticede ulusal-millî haysiyetimizi ayaklar altına alarak bu kapılarda sürünmeye başladığımızı kabûl etmeliyiz. Bu süreci başlatan CHP ve tamamlayan DP, farketmez moralpolitik tartıda 0 çeker. Çölleşmiş Japonya ve Almanya, Okyanus ötesinde doldurulan mataradan en büyük kısmını midesine indirirken, yâni esas suçlular olarak, cezâ mı, ödül mü belli olmayan bir muameleye mazhar olurken Türkiye’nin payına düşen son bir kaç damla oluyordu. Bu bile Menderes’in ve DP’nin başarısı zannedilen bir ferahlamaya yetiyordu.

Başlangıçta Türkiye hiç mi hiç hesâba alınmıyordu. Başvurularımız üst üste reddediliyordu. Ortada kalıyorduk. Kore’de yüzlerce askerimizi fedâ ederek dikkât çekmek istedik. Hattâ kimilerimiz, bu fedâkârlığın Türkiye’nin NATO üyeliğini sağladığına inanır. Hayır, işin aslı öyle değil. Kabûl edilmemiz, Avrupa’nın güvenliğini arttırmak için Sovyetlerin gücünü dağıtmak için bir uğraştırıcı hedef olarak seçilmemizle alâkalıdır. Bu Türkiye’ye verilmiş bir nev’i “Azap askerliği” vazifesiydi. Eğer kısmî bir nükleer savaş çıksa, Türkiye ve Türkler bir sigorta işlevi görecektik. U-2 Krizinde Küba ve Türkiye’ye biçilen rol işte kurban edilme rolüydü. Muhtemel bir konvansiyonel savaştaki vazifemiz ise Sovyetleri en fazla 1 ay meşgûl etmekti. Bedeli ise Türklerin neredeyse toptan imhâsıydı. Ne gam… En kötü ve demode silâhlarla donatılmıştık. Para ise gelmiyordu. İçimizde ise Sovyet kafalı solcularımız ve Amerikan kafalı sağcılarımız birbirini boğazlıyordu.

İngiltere’nin oyununa gelen Yunanistan ve Türkiye çatışmaya başlayınca, aparat error vermeye başladı. 1974 Kıbrıs , akabinde 1975 Haşhaş meselesi yaşandı. Error veren Türkiye Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin gözünde tamâmen işlevsizleşti. Aparatı parçalamak, bir kısmını atıp, içinden çıkardığı yeni bir parçayla yoluna devâm etmek ABD için kaçınılmaz oldu. Kürt meselesi bir aparat yenileme işidir.

NATO’nun târihi dikkâtten kaçırılarak, aktüel diplomasi değerlendirmeleri yapmak ve olmadık beklentiler içine girmek bîhûdedir. Bir binâ hakkındaki en sağlıklı bilgileri temellerin durumu verir. Türkiye-ABD ilişkileri târihi, başından beri temelleri sakat bir inşaattır. Bu çarpık temelli binânın odalarının nasıl tefriş edilceğini tartışmak ise olsa olsa bir zihin bulanıklığı olabilir…

#Biden
#Erdoğan
#NATO
2 yıl önce
Temellerin duruşması
Yalan bazen caiz olabilir mi? Hz. İbrahim yalan söyledi mi?
Hac anlayışında THY, Diyanet İşleri"nden daha iyi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar